28 Şubat 2006

ne kadar kaldı

gelecekte bir gün,
belki biraz sonra
seni hapse atacaklar
ve
hiç anlamadığın
bilmediğin bir anda
bulunduğun yerden tepene
etrafı çevrili
bir beton yığını
inecek,
ve sen içeride
nefes almakta zorlanacaksın
şimdilik sana
eyvallah.
ve şimdi sen
devam et
kaldığın yerden…

26 Şubat 2006

acı'yan can

kapı ardında sensizliğin sessizliği, aklımdan geçen ve gözümün önünde canlanan bir kaç saat öncesine ait keyifli zaman dilimi. cebimden düşen özlemler baktığım yerlere saçılırken ben yağmur’a eşlik ediyorum, tane tane akan gözyaşlarımla. aklımızdan geçen korkularımız dilimizden dökülünce hüzün ele geçirdi zamanlarımızı. biraz sonra ayrılacak eller vardı, göz göze her gelişimizde buluşan ellerimiz ve motor ürküttü ruhumu, araç hareket edince götürdü her şeyimi, sen zaten her şeydin, bende. belki sıradan bir yolcuydun herkes için, gözünde akmakta zorlanan gözyaşların kondu gözyaşımın üstüne ve ben. ne istediğimi bilememiş gibi, dünyaya yeni gelmiş kocaman bir bebek gibi, etrafımdaki her şeyin anlamsızlığında kayboldum, kayboluşlarımız vardı aynı zaman diliminde, buluştuğumuz düşünceler vardı biz’e dair; bir başka zaman-mekan paradoksunda. kapıyı kapayıp ardımı döndüğümde ben, sen ve biz’ait bir üçlemenin tadına bakacaktım, elimde sigara, fonda sensizlik imkansız.

insan dilesin ve eğer gerçekten güzel olacak ise mutlaka güzellik yolu açılır.

20 Şubat 2006

isteyen'e bateri elektrogitar, saz, az, yaz....

çoğunluğun yaptığı doğru olmayabilir. senin gözüne güzel görünen, güzel olmayabilir. bunlara itiraz ediyorsan neden hâlen daha aynı çemberin etrafını turluyorsun neden hep keşkelerin çok. özgürlük diye bir şey yok. adı güzel görünüyor özgürlük, ama yok öyle bir şey. dünya üzerinde hiç kimse yok bir sen varsın. al sana özgürlük, nereye kadar. kibirli olmanın başlangıç basamakları olabilir çok dikkat etmeli insan. kimsenin kimseye tahammülü kalmadığı bir garip demokrasi altında ezilen, dünya içine yerleşmiş kapitalist sistemin aşıladığı tek dozluk özgürlük iğnesi, sürekli bi muhtaçlık, zararlı bir madde olsa gerek ha! acaba bu çark içerisindeki hangi dişlinin arasında eziliyorsun da farkında değilsin, öyle bir zeytinyağı üslubuyla okşuyorlar ki gururunu, dolup dolup taşıyor, bedeninden farklılık akıyor, sanıyorsun, aslında akan şey bir kir üzerinden, teninin rengine bürünmüştür belki de. sen şimdi bir avuç toprak al eline de, bedenine sürüver, bir temizlik olsun; kendinden…
bunları sana demedim. demiş bulundum, bana. ama kendime değil.

akaduran

ellerini tuttuğumda dolmaya başlayan iki boşluk vardı, bulmacamda. biri senin yerleşmenle dolarken, diğeri; seninle yaşayıp, konuştukça doluyordu. ve artık o boşluklar dolunca ortaya çıkan sonuç ikimizin de eşitliğinin sağında duruyordu ve ikisi de eşitti; birbirine, birbirimize, biz’e.
ve artık boşluksuz yaşam olağanlaşmaya başladığında; bir kez daha anlıyordum eşittir’in kıymetini. ve ellerinden uzak kaldıkça bile, dolan boşlukların huzuru var etrafımda… ve artık hayatlarımızın kesiştiği noktada devam eden bir hayat, iki kişilik tek hayat...
ve zaman akıp giderken,
sayarken kalanı
bize çaktırmadan
ve şimdi
ellerini tuttuğumda
unuttuğum şeydi
zaman…

biz'iz

sona
giderken
beraber
yürüdüğümüz
yoldu
ışığımız
ve
seni bana
beni sana
bağlayan
ve
şimdi
çıkagelen
biraz sen
biraz ben

16 Şubat 2006

heyhat

ne gördünüz ki benden
bir çift laf mı
edilen
bir kelime, cümlemi
yoksa kurulan
neden
sorusu zordur
cevap için
kendine yenik düştüğün
ya da düşeceğin an’dır
cevaplanacağı zaman
kendini ezerek bir
yalan altında,
ya da
kandırmaca.
ya konuş
ya da
dön ve bak
aynaya,
ağla.
ma.

yol

bir yol bulduk,
sürekli geçtiğimiz
üzerinden, şimdi
farkettiğimiz
ve biliyoruz ki,
biliyoruz biz ki,
biz'i,
beraber

14 Şubat 2006

ebedâ

insan sıkıldı. biz artık çamura muhtacız. bir elimizde toprak diğerinde su. kimi zamanlarım, kime zamanlarım, ansızın. apansız uçuşlarım, uçurtmalarım, yükselişleri, taşmış sessizliğim, çakılmış yutkunmalarla, sayıklamalardan çıkıp yolda yürümek gözünü ileri dikmek ve ne yazık ki, görememek. ben de hepsinden biriyim. herhangi birinin hepsisinin içindeyim. ve bırak beni ben, onca ben gibi herkesten biraz sen, ayrıl. artık ne istiyorsan onu al harflerimi al harflerin yap, ona göre anla, gözlerin ileri bakıyor mu, sen miydin düşen, o uçurtmadan. yok, yok sen de sıkıldın. biz artık gitmeliyiz, yükümüz artmadan, en doğru zamanda gitmeliyiz, tedirgin rüzgar mı esti? sen rüzgarı yanlış anladın.

13 Şubat 2006

ötürü

ben hiç soğuklardan bahsetmemişim. gelmedi sıcaklar gitti. gelememiş olabilir, arasak mı? yok arama illa gelecek. kapatalım. kapı önünde sigara içmek zor iş. yaptığım şey’in karşılığında para almıyor olabilirim. neyi değiştirir ki, soğukta sigara içmek zor. oda soğuk, mausu kullanan elim çok üşüyor. ağzı olsa küfür edebilir virgül bana. sırf ağzı olmadığı için bu işkence yapılmaz, lâl olanları düşün. bir taraf tutmalısın, ya orası ya burası, ya negafit ol ya pozitif ne o öyle sıfır gibi. durma sıfır gibi, ne gribi! offf tamam soğuk buz gibi, çok, sıfır, sırf, song the say goodbye

12 Şubat 2006

tad'ımlık nef(i)s

Yolun ardında bir ölü, ölünün ardında kalan onlarca yaralı, yaralıların ardında kalabalık, kalabalığın yanında ormanlık, ormanlığın ardında şehir, şehrin içinde kalabalık, kalabalığın içinde bir ev, evin içinde bir kadın, kadının ardında bir telefon, telefonun ardında ses, sesin ardında bir hüzün, hüznün arkasında bir haber, haberin arkasında bir acı, kadının beyninde geçmiş, gözlerinde donukluk, gözlerinin önünde kapı, kapının ardında şehir, sehir soğuk, soğuk beden, aklında kırıntılar, dillerden dökülenler, sıcak bedenler, yavaş yavaş dağılanlar, sırasını bilmeyenler, olmaması gerekenler, bilinenler, bilinemeyenler, nedenler, gerçekler, doğrular, ormanlığın yanında bir yol, yol ardında tek çıkış, dönüşün ardında şehir, şehrin ardında kalabalık, kalabalık içinde bir ben, ya da sen, ya da biz ya da hepimiz, ya da ne farkeder ki, ha sen ha ben...

7 Şubat 2006

maznunîn

gittiğinde çok erkendi vakit nakittir demişti gitme diye sana bir hediye ve şimdi ardında bırakılan düşer yere doğru söyle acı çekiyordu ipi kendine baktı aynada göremedi ardını ve sen çıkageldin kapı kapandı artık gitme ve ben bu noktadan sonra yeni bir cümle aydan adam düştü gökten inmedi zembille kalbime soğuk işlemiş el işi göz nuru bir aydınlık esti yüzüme bulaştı elime eteğime ben oturdum ışığı bekledim son duraktan öteye açtım, avuçlarımı bakakaldım soldan sağa şimdi böyle an’lamlı kaybolmuş dizelerim harf harf dökülüp kabuğuna çekilmekte...

5 Şubat 2006

kaçış

yalandı yarın, bugünde dururken
ve bugün’üm dün’e çıkarken
yalandı dün’lerim.
dün’üm yarın’ımla kesişirken.
bugün’lerim dün olup
yarın’ımla çarpışırken,
yalandı.
ve zaten sadece
güneş doğup batardı.

ve zaten yaşam bu;
dün’de kalıp yarın’a dalmak; bugünü yaşayamamak.
önceki ve sonraki sayfalarda dolaşmak.
dün dediğin geçmişin de bugün olduğunu kavrayamamak.
yarın’larını da dün’e doğru atmak.
yarın’sız kalmak ve bugün’ünü unutmak.
ve zaten her bugün;
biraz dün’den,
biraz yarın’dan
ölmek.


ve
böyle devam et,
biriktir dünlerini...
ve
elbet bir gün
olmayacak yarın'ın...
ve
yaşayamadığın bugün'ünde
ölüm gelip, seni bulur...

4 Şubat 2006

dönüm ?

bir avuç topraksın
topraksın
avucun kadar
savrulursun her seferinde
noktalara uğrarsın.
noktaların dönümdür
ölümü bulmak adına
birkaç dönüm
topraksın
döner durursun
noktanın etrafında
döndükçe noktan
noktalar olur
her dönümde
bir ölüm
her ölüm de
bir dönümdür
döner durursun
öldükçe durursun
ölünce dönersin
bir avuç topraksın
avucun kadar
döndükçe dönüme
dönünce ölüme
nokta

yıl olmuş kaç, sen hala ne?

bir alttaki yazı ile bu yazı arasında 15 seneden fazla zaman var. neredeyse 6000 gün. altıbin adet doğmalı batmalı gün. hepsi de adrese tesl...