31 Ekim 2005

de ki; ne var?

şimdi bir bakalım elimde neler var. “çekip gitme isteği”. radiohead no surprise diyor. aklıma edward norton dayanıyor. evde sabun bitmiştir. Aklımıza çok önemli bir “iş”’i pazartesiye bıraktığımız geliyor ve bizi hemen yarını yaşatıyor bugünden; bugünü unutarak. o sırada gözümün önünden geçen kişi, tarantino oluyor ve elinde bir hattori hanzo kılıcı, uzatıyor bana. david linch yapımı bir puzzle var karşımda. aklıma her şeyi bırakıp bir steve zissou olabilmek geliyor; bu böyle gitmez, diyerek. “amenebar” giriyor aralıktan içeriye, “aç gözünü” diyor ve kâğıt imzalatmak istiyor. donduralım seni, bir ara açarız, bakarsın duruma göre yaşarsın. bir gidin güzelim başımdan, ben 75 model bir “guguk kuşu” olmak istiyorum. oruç aruoba “de ki; işte” ile yaşam var ise ölüm diyor. gözüm saate kayıyor. sigaramı yakıyorum, kahve yanı başımda. genetik bir kopyam karşımda bana bakıyor. örümcek adam mısın ulan sen. öyleyse ben de süpermen’im. âzad edilmişim ama hâlen bir köle isaura’lık var hayatımda. baron kim onu da bilmiyorum. karşımdaki örümcek adam, baron olabilir mi? öyleyse süpermen’de köle isaura. roy vedas, fragments of life diye robotik sesleniyor. where is my mind. pixies giriyor kulağımdan ve diğerinden çıkıyor. saat geç oluyor-nasıl oluyorsa- gözüm kapanıyor gibi, sahil kasabasında bahçeli bir ev. bağımlı olmak zorunda kalmadığım bir “hayat”. sorumlusu benim. olursa bana, olmazsa bana. kronik rahatsızlıklardan kurtulma yeri. üçüncü dünya savaşında dağda kalsam, açlıktan ölürüm. kendimize bu kadar mı bi’şey katamayız. Şebnem’in çakıl taşları var bende o bile yok. sunay akın çok biliyor, her şeyi, al hıncal’ı vur sunay’a. her şeyden az bilip, çok şey bilmek. bir artı üç eşittir dört, iki artı iki eşittir dört, dört değilse de ikisi de aynı sonuç. tencere kapak. acıktım şimdi ben. duşa girsem, ıslansam. süpermen ve örümcek adam’ı boğsam. geri dönüp yine ben olsam. bayram da geliyor. yeni kıyafet alıp, ne kıyafetler gördüm içinde süpermen’ler yok ne örümcek adamlar var üstünde örümcek resmi var. the cure lullaby ile finish yapıyor. suyum ısındı. kahve mi içsem, duşa mı girsem?

29 Ekim 2005

faili meçhul

ellerim uçurumun rüzgârında
avuçlarımı açıp saldım, boşluğa
son baskısı yalnızlık romanımın
uçurum rüzgârında roman satan elim
ve elim cebime gider
cebimden çıkan zar’lar
sallarım zar'ları, uçurumdan aşağı
en aşağı, en uçurum
yine seni gösterir
uçurum ve aşağısı
rüzgâr ölümü estirir yüzüme
sen içindeki beni öldürürsün
kalp izleri bırakmıştım
yüreğinde bilemiştim o izleri
keskin çizik atılmış; kalbim...

cinayet sanığı, soğuk göz yaşların
ayrılık vakti ölümden, içimden
ve içimde büyüyen bir kız yatar,
saçları kıvrılmış dudaklarına
ve uçurum çözülür gözümden...

gözlerim titriyor, depremler başımda
soğuk rüzgâr uğultusu, kulağımda
içimde bir cinayet, kız uyuyor
kız kalkıyor, düşüyorum…
avuçlarımı tuttum, en uçurum
kendimi bıraktım, en aşağı
düşüyorum, zar'lara doğru…
ve uçurum;
bir cinayet sanığı…

28 Ekim 2005

off ki ne on

bugün koşarak kaçıyorum, koşarak kaçtığım ‘bugün’ bitmek üzereyken, sürekli geçmişe varıyorum. evde yalnızım. fonda bir müzik, sessiz. geçmişi çıkardım koydum kenara. kenarda birikenler… aklımda bir kelime var, nereye koyduğumu bulamıyorum, acaba kenarda mı kaldı. kenarda birikenler çok fazla. elimi atsam başka bir şeyler denk gelebilir. içime düştüm. karanlık. bir ışık buldum üç harfli, mum değil sen. soldan sağa, yukarıdan aşağıya; sen. içimde bir sahil kasabası var. parkın denize sıfır yerinde. ayaklarım aşağı sarkmış, başım yukarı. başımı yukarı çeken; sen. güneş, ışık. ay ışık. sen ışık, üç harfli bir aydınlık. içimden çıkıyorum. başımı sallıyorum anca kendime geliyorum. ekranda ışık, sen ışık, kelimelerim sen, üç harfli ışık; sen. ev hâli ne güzel, bir elimde kahve, yanan sigara, rengi kaçmış pijama. saç, baş dağınık. özgürüm sabaha kadar. telefonu da kapattım. tüm iletişimi kapattım. wireless’i kapattım. iletişim yok. kapı kilitli. yalnız. bir sigara, sessiz müzik kapanıyor. ses yok, tuşlar ses yapıyor, o da sana ait. ekranda ışık var; üç harfli; sen.
kendimi kaybediyorum, ben neredeyim. üç harfli; sen.

27 Ekim 2005

uyu

müziği kapattım.
sessizlik…
hiç ses yok
yatak tam karşımda
uykum ellerimde
savruluyorum sessizlikle
ellerimden tutan bir sen
var sanki gözümün önünde
kulağıma ilişen saniye tıkırtısı
gözüm sağ alt köşede
gitmeliyim bana göre
gelmeliyim sana göre
peki ya bize göre?

24 Ekim 2005

boş-maca

her "........" biraz ölmektir anlıyorum, anlamını yitirerek zamanın...

23 Ekim 2005

sen kurgusu

yırtık bir cümlenin görüntüsü
üzerime giydiğim cümlelerim
elbisemdeki üç noktalı yırtıklar

bu noktadan bir doğru çizerim

ve
bulut yağar rüyalarıma
düşünce ısıtılır ocakta
uyanırım, rüya; kapalı gişe

bu noktadan bir daire çizerim

ve
ellerimi çekmecede bırakırım
anahtarı yutarım, içimi kilitlerim
sen gelene değin, kısa rüya festivali

bu noktaya uzak b noktası bulurum

ve
gözlerini ararım, yollarda
saçlarının kıvrımını, dudağına misafir
kapı çalınır, kapısız kalınır, kapalı

bu noktadan bir döngü kurarım

ve
cümlelerim üzerimde, yırtık
rüyalarım kapalı gişe, düşünce
gözlerim, saçlarına misafir, festivalde

ve
ben döngüye dalar çıkarım,
çıktıkça, teğet geçerim

ve
ben bu doğruda seyrederim
seni bulana, bana katana
biz olana değin…

ve

21 Ekim 2005

son-u-yanış

uykusuz bir sabahın doğuşu
savaş doğar sabahıma
geceler müptela duman yoluna
müzik eksik notalarıyla
kusurlu dans anında
siyahın bana aitliği
aklım ve kısa ziyaretleri
dönüşte ekmek kırıntıları
siyah renkli sokak lambaları
utangaç sokak kedileri
ayaklarımın garip hâlleri
elimden gelen; sigara, çakmak
benden giden, esenlikler
senden bana, mutluluklar
her sabahım savaş,
her sabah, kaçan esirler
gider tek tek, akıldan...
ben son esiri savaşın
bir yanım, noksan sana
bir düş düşer, sabahıma
tek kalmışken savaşımda
kolla beni, son sabaha

bul-maca

an'lar var elimde eğer bakmak istersen. hayata birlikte yakalandığımız tüm kareleri bir bir yakmak istiyorum. soldan üçüncü, üstten beşinci adam rollerimi inkar ediyorum, donup kaldığımız o kareler yok ediyor oysa bugünümüzü… onu bulmak adına kaybediyoruz durmak-sızın kendimizi...

18 Ekim 2005

...

yağan yağmurlar diniyor… yerini gökkuşağına bırakıyor… birikmiş damlalar bir kavramı çağrıştırıyor… kelimelerin kifayetsizliği işte burada başlıyor... güneş buhar ediyor damlaları ve yoğun bir boşluk dilimin ucunda çırpınıyor… kanat çırpan kelimeler sıraya girmiş tek tek uçmayı ve sahibine konmayı bekliyor; işte şimdi yapraklarımın tutunmaya ihtiyacı olduğu an…

15 Ekim 2005

merhabanasanaona

bugün üzerime soğuk esiyor; hava. içim titriyor, dışım üşüyor, ceketi giymek biraz iyi geliyor. evde olmak istiyorum. ne istediğimi bilmediğim zamanlarda hep evde olmak istediğimi fark ediyorum.

?<-neden->?

uyku ile uykusuzluk arasında gidip gelen bir hayat çarpıyor günüme. günüme tireme geliyor, gün kokuyor. bundan sonrası senin için yazıldı, evet sana; bütün gün sen beklerken hayatı, o çıkagelir akşam ve sen ordasındır. sen sadece, o seni gördüğünde varsın; o’nun hayatında. görmediği anlarda ise sen; “var da yok” sun.
senin için olan kısmı bitti.
seni geçtim sana geldim.
evet sen olmasan sanırım, çok sanırım. iyi ki varsın. ne kadar, ne olsak da nerede neler yapamasak da, sesini duymak güzel. senin hayat içinde bir yerlerde olduğunu bilmek ve seni de geçtim.
ya da geçtiğimi sandım, geçemedim bedenim sıyrıldı aklım ve yüreğim takıldı. bu yazının içindeki seni = içimdeki seni. ve hep bir yerlerde olmanı, olabilmeni, olduğunu ve bunları bilmeyi; yaşam; yürümek; sen; senin-le; el ele; durmak; beraber; ceket; ev; …;

bak ardına, sen; ardında sen

bekleyeceksin ve bekleyeceksin. ve gelmeyeceğini bildiğin bir beklentiyi, bekleyeceksin; yine gelmeyeceğini bilerek, ki gelse ve gerçekten gelse bile; beklediğin anlamda gelmeyecek, o anlamı içermeyecek. ve sen; yaşadıkça, bekleyeceksin ve bekledikçe de yaşayacaksın. yaşamadan yaşayamayacağını bildiğin bir yaşam yaşayacaksın ve ardında yaş, yaşamın yaşlarla iz bırakacak. dönüp bakınca yaşamına; çıkmazlardan derin sonuçlar çıkarmaya çalışacaksın ve böyle yaşamaya devam edeceksin, zaten, şimdi de öyle değil mi? zaten her yaş, senin dönüp bakmana rağmen, yaşadıkların değil miydi? ve zaten kendimiz değil miyiz; ardına bakılınca, bulunduğu yerde olan. biz bulunduğumuz yerde olanız, istemediğimizi sandığımız istediğimiz yerdeyiz.

14 Ekim 2005

yaşam özgürsün; ölümle

hayat; benim içinde bulunduğum; yaşam sürdüğüm, ölüme varacak. omuzlarımda yük ve kendi ilerlediğim, hüzün, dolu dolu yaşamak, acı, bilmek; ölmek. zaten ölmüşsündür; doğmuşsan. anlatmak istediğin, elbet çabaladığın, yaşam ve yürüdüğün, zaten üzüldüğün ve varacak; ölüm. yürüyorsun; ölüme. yürümek = yaşamak, yaşamda yürümek; ölüme. çatışmaların kendinle ve diğerleriyle, zaten çatışıyorsundur; yürüyorsun, ölüme. ardına bakılacak, toplam ölüm katacaktır, ardında bırakılan ölümlerdir bağlayan yaşama o da ölüme. anlam katacaktır, bilmek, bilerek -bilincin elinde- yürümek. boşluklar, boş gelecek; ölüme. bittiğin an başladığın an olacak, ölüm, ardında bırakılacak bir kişi, sen veya ben. önündekilere, yaşama tutunma sebebisin, yürüyecek ayak, -kabı kendisi kişinin; ayak ölüm, ardından ölenlerin. eğer ölmüşsen; yaşamışsındır. özgürlüğün ölümdür, orada saklıdır. ölünce özgür değil, öldüğün içindir; özgür. özgürlüğün noktası, son olan; ölüm. şimdi yaşıyorsan; ölüm elinde kalsın, sen yürüyorsun ardından başlayıp, önündekilere doğru. zaten yaşamayacak mısın, önce; ölmeden. bir elinle, yaşamı sık; boş çıksın sonuç, yürürken diğer elinde özgürlüğün kalsın; özgür=ölüm… unutma, zaten yaşıyorsan; ölüm ve yürüyorsan; yaşam. anlamlı özgürlüğün yaşandığı an; hiç hatırlayamayacağın; ölüm.

13 Ekim 2005

evvelden boşlamalar

kitap okumayı, müzik dinlemeyi, yazı yazmayı, sanal alemi ve televizyon izlememeyi çok severim. benim boş zamanım yok. neden boş zamanım olsun ki. boş zamanlarda mı kitap okunur , müzik dinlenir, yazı yazılır. ben boş zamanlarımda işimin başında, çalışmak zorundayım. boş zamanım orada harcanıyor. harcıyorlar. üstü kalsın demiyorum. zaten sormuyorlar. boş zaman nasıl dolar. boş zaman nasıl türk lirası… türünden bir yazı değil bu. boş zamanlarımı geri verin desem olmaz. zaten benim boş zamanım değil mi? bana ait değil mi? bak saat kaç olmuş halen ayaktasın, yarın sabahki boş zamanın için yatakta olman gerekiyor.

evvel zaman içinde bir erol uyur,
zamanın evvelliğinde kendini bulur,
adına boş zamanlar uydurulur,
ve ruhuna tıkabasa,
ruhsuzluk doldurulur.




"ustura elim, dilim kanıyor"

12 Ekim 2005

2yüz50altı1000

Konu-muzun içine düştü, bastı. Attığı gol, aldığı pasta-n kötüydü, çikolatalı değildi. Üçyüzbinkere üçyüz yeni sayı ve türk lirası ile neler alamayacağımı hesaplarken, güneş battı. Pil yeri de yok. Gece lambası gibi değil, gündüz lambası gibi bir makinem var, geceleri rahat bırakın beni, hesap vermem ben makine bile olsa, yap-a-mam. Yeni tl ye geçerek güneş enerjisiniden de tasarruf edeceğiz, hesap makinesi bazında diyerek. Kül düştü. Kül tablası iyi ki varsın. Western digital kupasından çay içerken, aklıma sen geliyorsun, sigara biterken olduğu gibi, mail atmalıyım, sen tutarsın bilirim. Artık sabahları serin oluyor, yataktan çıkmak işkence gibi geliyor, işe geç kalacağım, mazeretim var. kül düştü.

11 Ekim 2005

ilk nokta

insan bildiğini aramaz. bulduğunu aramaz. bir dönem takıldığın sürüklendiğin bir konu alır uzaklaştırır bazen seni asıl olandan. boşluk dersin sürüklendiğin her neyse onun soluk aralarında, tekrar dönersin soluksuz sürüklenmelerine. soluğun kesilir, dalgalara karşı yüzersin, dur bi soluklanayım dersin, yine kendine dair esas sorular dalgaların ararsından su yüzüne çıkar, yüzüne çarpar. bir anlık sözler verirsin kendine ve her zamanki gibi tutamadığın sözler, sadece dalgaya o kulacı tekrar atana kadar sürer bu söz vermeler ve bu döngü tekrar alır götürür seni. zamanı ve zamanını geride bırakarak… satırları okurken ya soluk arasında olacaksın ya da soluklanacaksın okurken ve yine kendine sözler vereceksin, ta ki yazıdaki son noktayı görene kadar… ben de hepimize inat bu sefer koymayacağım o noktayı; son noktayı

ondördolunay

limon damlarken su akıntıya döner dedin de sadece aç olmadığımı hatırladım unuttuklarımı bir bir özledim yeni giden mevsimin ardından bakmadım. her ayın ondördü gibisin, bir ay cıkar hicri yarılanır, yarıklanır ruhumda, bir üşür içim, düşer kan şekerim ve çekerim elimi yüzümden düşen bin parça değil, her parçada bin yüz bırakırım… her yüzde bin parça, her parçaya bir yük bırakırım; parçalana, yarılana, yakılana, takılana değin…

suslarım

suslarım açılırken yanaklarına
düştü, bu sevda
büyürken içimdeki fırtına
düştü, düşecek bu kaçış
avuçlarına

9 Ekim 2005

kısa bir tv molası

Uzun süredir tv açmıyorum, belki birkaç ay olmuştur oturup izlemeyeli. İftardan sonra açtım falan haberler denk geldi, kanal D de. Kuş gribi gelmiş Manyas da telef olmuş hayvanlar. Ülkemiz kırmızı alarma geçmiş, Ankara stüdyosunda bir sağlık bakanlığı kişisi çıkmış, spiker İstanbul stüdyosundan soru soruyor. Konuk kişisi cevaplıyor, cevaplama esnasında spiker “tamam onu anladık” diyor. Ben de “yuh” lan spiker diyorum. Zekeriya beyaz İstanbul stüdyosuna çıkıyor. Oruç cinsel ilişki ile açılır mı diye bir önemli günde maddesi oluşmuş, onu konuşuyorlar, hoca ! önce suyunu iç sonra naparsan yap diyor. her ramazan sorulan sorular, ramazan basını oluşmuş yine, salak ötesi sorular, hocam şekersiz sakız çiğnesek oruç bozulur mu? orucu neler bozar, gibi sorular. Sanki her sene orucu bozan şeyler değişiyor. Bi de hoca şey dedi. Önce orucunu açarsın, duanı edersin, yemeğini yersin ve varsa namazını kılarsın dedi. çok güldüm. Sonra plastik gibi kızlar gösteri falan yapmış derken ben sigaramı bitirdim. Televizyonu fişten çektim ve rafa koydum. Tüm olan biten rafta iyi durdu, Zekeriya beyaz ile o spiker adı her neyse, onları tv ye kilitledim. Anahtarı da yuttum. Anahtar yutmak orucu bozar mı?

7 Ekim 2005

flnflnfln

her gece sen kayıyordun düşlerime ve döşek oluyordun yalnızlığıma. sarı soğuk, bu mevsimde. ah mümkün olsa sığdırabilmek seni; içime, düşlerime ve dokunabilmek her bir hücrene, bir, bir; birdir bir...

adım adım sus-adım

çok susamıştım. bardağı ağzıma götürürken suya daldı gözlerim. bardak yaklaştıkça, suya iyice dalıyordu gözlerim, ve birden düştüm içine bardağın; tek moleküllü, üçüncü element. bardak havada asılı, güneş ısıtıyor, kopuyor hidrojen bağları; oksijen ve ben. bardak yerde. çırpınıyorum; oksijenle bir reaksiyon oluşmak üzereyken dökülüyorum ve bir bez geliyor üzerime, bir boşluk bulup yapışıyorum bezin kıvrımına. sert bir fırlatış ve çöp tenekesindeyim. kötü kokuyor, uzun müddet kaldım, alıştım, koku yok gibi artık. belediyenin çöpleri daha erken alması lazım. sallanıyor teneke, götürecekler derken, kedi kapağı aralıyor ve deviriyor; sokaktayım. bir çocuk alıyor bezi. koşa koşa gidiyor ve uçurtmasına bağlıyor bezi, nasıl bir rüzgâr çarpıyor üzerime doğru, çok yüksek burası korkarmışım ben yüksekten.rüzgar sertleşiyor, yalpalanıyoruz. yere doğru düşmek üzereyken ağaçta kalıyorum. bir yaprak üzerindeyim ve yerçekiminin çağrısı beni kaydırıyor aşağıya doğru, şıp diye düşüyorum; piknik yapan ailenin çaydanlığına düşmemle buharlaşmam bir oldu, canım acıdı. uçuyorum yoğun yoğun… bulutlara doğru vardım, iyice dinlendim derken, yeryüzüne düşmeye başladım ve kocaman bir barajdayım, set bir şekilde bir çok filtreden geçiyoruz küçük bir boru içindeyim, epey zamandır ilerliyorum. bir demir önünde durgun durgun beklerken, demir yukarı doğru kalktı ve musluktan düştüm bardaktayım, iki hidrojen ve bir oksijen de yanımda. birinin ağzına doğru ilerliyorum, eyvah! derken suyu içtim…

6 Ekim 2005

kendime

sıkıntı yapmaya gerek yok, bizler sadece kendi kendimizi sıkıntıya sokanlarız.
eğer O olmasa; bir sürü strese girebilir, kendime anlamsız sorular sorabilirdim, cevabı belli olan ve o kadar basit ki aslında diyebildiğim soruları, kendime zorlaştırabilirdim. elle tutmak isterdim her şeyi ve tutulamayacak zeka olduğunu görüp, onun sonuçlarını gördüğümü bilirdim ve buradaki çelişkiyi düşünüp kendimi çıkmaza sokabilirdim fakat dedim ya işte basit, zorlamaya gerek yok. cevabı hazır, önüne konulmuş sıcak çorba, kaşığı al eline. kaşığa eline aldığında, matrixvari düşünceler sararsa etrafını, düşüncelerin sahibi sen; eylemin de sana ait olacak ki problemin kaynağı da burada...

kalbimin içinde yer edinmiş, nasıl da aklımla kusursuz bağlantı içinde. gözlerimi açtığımda güne, açana kadar ertesi güne; koruyan tek, O. kendi kendini koruyan, korunmanı sağlayan. siper olan, süzgeç olan; O. bir sorun ya da çıkmaz sandığımız her şey için; yok ki öyle bir şey dedirten bunun getirisi olarak da ince bir rahatlık ve fark ediş veren; O. her soruma cevap veren, her düşsel yorgunluklarıma set çekerek; problem yok ki dedirten. çoğu kimseyi boğulurken gördüğüm, fakat benim anca ayak parmaklarıma varabilen sel. işte o seli küçülten ya da beni selden büyük gösteren; O. yaşamla ölüm aram, öldüğüm yaşamın bittiği an. ölüme doğduğum an. görebildiklerim ve göremediklerim; O. sürekli orada, yerinde. gitme ve gitmene izin vermeyeceğim, bırakmayacağım seni, sana ayırdığım yer çok büyük, çünkü sen O’sun; inanç.

4 Ekim 2005

>mas(ke)a<

masamı sildim önce, tertemiz olduğuna iyice emin olduktan sonra, masanın üzerindeki her şeyi dağıttım. yere attım, fırlattım, şimdi tertemiz oldu. zincire vuruyorum kelimelerimi, zincirleri birleştirip; cümle. aklımı masaya koydum, kalemimle inceledim. tek tek çiziyorum altını, aklımın. beni anlatmak istiyor gibi yapıp, her şeyden bahsetmek istedim. karmaşık cümlelerin deliğine iplik geçirmek belki de dikmek onları. kimseyle konuşmak istemediğim zaman, kimseyle konuşmak istemiyorum derim. bir şeye emin olmak için önce ona emin olmalıyım, bilirim. duymak istediklerin dökülmez bu yaralı dudaklardan, olması gereken söylenir; hak edilen belki de. anlamadın mı beni? açık değil mi cümlelerim, biraz daha su katsam olur mu? açık mı içersin cümlelerimi. oysa süt diyorum ben, su katılmamış. yaşamın ölüm, ölümün yaşam için olduğu. yaşamlardan ölüm, ölümlerden yaşam doğar. tuzlu yanaklarım, tansiyonum. kendi korkumdan istifa ediyorum, dilekçem mühürlü, dağınık masamda; aklımda, altı çizili, koyu renkli ya da demli ve şekersiz hatta iki şekersiz… susmak, susamak için. susuyorum, vakit kaybetmemek için, aynı anda. yaşayıp yaşayıp, unutacaksın. unutup unutup, yaşayacaksın. kulaklarında küpeler, delik deşik et. nereye takacaksın? aklımın kulakları, üst duyum eşiği, fazla. sızlıyor. masamdaki çıkmaz yaşam sokağı, çıkamamakla meşgul, çıkmaz. –maz çünkü. yaşam. anla. anlatamayacaksın. yaşamı çıkmazdan, çıkmazdan önce, yaşa. masayı temiz tut.
aklımı aldım. çıkmaz. orada. yaşam. masayı süsledim.devir.-dim.

maskeli yorum

kim kırdıysa beni; vazgeçemedim ondan…
beni ağlatanlarla vardım; varlığıma…
üzenlerle izlemeye başladım filmi; hayat...
beraber ağlayalım dedim, kimse ağlamadı; benimle…
ya ben…
ağlarken görmelerinden korktuğum insanların karşısında ağladım; kendimle…
en mahrem yerde saklamalıydım; gözyaşlarımı…
sevilmeyecekleri sevdim hep; ben…
sonra;
yok bir şeyim, iyiyim ben…
bakmayın siz bana…

3 Ekim 2005

akıyorsun su gibi kelimelerim-i adıyorum


Parmaklarım tuşlamak istiyor parmaklarım karakterleri sana adıyorum sana kelimelerimi senin için sıralıyorum cümlelerimi ardına bak ve gör beni sana bağlayan bilinmezliği basıyorum tuşlara gidiyor aklim seni arıyor telefon seni benim için arıyor ve bulmaya çalışıyorum seni çengel bulmaca oynuyorum sen bakmadıkça ardına düşmüş bir ben buluyorum yukarıdan aşağıya düşüyorum dizimi incitiyorum yüreğimi uzatıyorum ardından koşuyorum elimde kalem çiziyorum ellerimi uzatıyorum yakalıyorum saçlarından düşüyoruz yere yığılıyor ben yığılırken de sen bana bakıyorsun kocaman gözlerinle ışık gönderiyorsun yüreğime damlıyor kokun-u teneffüs ediyorum ciğerlerim tiryakin oluyor bırakıyorum sigarayı sana başlıyorum seninle el ele sahil bizimle adımlarımızın dibinde büyüyor yeşil ve yaprak döküyor üzerimize geliyor rüzgar ılık ılık damlıyor yağmur tipiye dönüyor kar yağıyor kardan aşıklar oluyoruz güneş tepedeyken ve elim sendeyken elimdeyken elin benim mutluluğum-u tuşluyorum parmaklarımla karakterleri sana adıyorum kelimelerimi….

seni

İçimde saklarım, kimsenin görmesin, duymasın, bilmesin dediğim; seni…
gizli gizli çıkarıp koyarım, yatağımın başucuna; seni…
en güzel çerçevelere sığdırırım; seni…
Rüyalarıma sipariş geçerim her gece; seni…
düşlerimde yollar açarım, yalnızlığıma katarak; seni…
uyandığımda gözümden akıtırım, sabah mahmurluğumla; seni…
yürürken sokakta, adımlarımda gezdiririm; seni…
izlerken dünyayı, baktığım yere koyarım; seni…
yemek yerken, kaşığın ovalliğinde kaydırırım;seni
musluktan akanımsın sen, yüzüme çarparım; seni…
kurulamam, tenime akıtırım; seni…
toplu taşıma araçlarındayken sıkışma diye, cebime koyarım; seni…
yazılarımın her virgülünden ve her noktasından sonra, sererim kelimelerimin üzerine; seni…
son noktayı koyduğumda yazıya, alır koyarım tekrar içime, en içime, en güzel yerime; seni…
.

1 Ekim 2005

lak lak

şimdi sen yanımda olsaydın, sigara içtiğim için beni azarlardın. meyve ve sebze tüketmem gerektiğini defalarca tekrarlardın. elimde sigarayla yazıyorum bu satırları, üşendiğim için meyve ve sebze almaya da çıkamadım. demliğe su koydum ısınsın diyerek… eyvah nidası ile 30-40 dk sonra ocağın başındaydım. geç kalmıştım. kızarmış demlik, boşa yanmış ocak, buharlaşmış su, ben buharlaşmış halini göremesem de elde var sıfır. sen yanımda olsaydın eğer, sıfır yutan eleman olamazdı. kaynatır, yutardık sıfırı biz. ama şimdi sen yoksun ya; o beni kaynatıyor, bu hasta hâlimle. larry burada, ev dağınık, sigara sönmüş, serin, esiyor, ışık vuruyor, gözler uykuya bakıyor, ben ekrana, ekran karta, kart anakarta, anakart psu’e, psu güç kablosuna, kablo prize, priz teğet geçti gözüme, gözüm ekrana… eyvah…

yıl olmuş kaç, sen hala ne?

bir alttaki yazı ile bu yazı arasında 15 seneden fazla zaman var. neredeyse 6000 gün. altıbin adet doğmalı batmalı gün. hepsi de adrese tesl...