27 Nisan 2006

gibi gibi

beni, saat iki gibi ara, dedi. saat şimdi, yemekten sonraki bir buçuk. ikide ara demedi, gibi dedi. iki gibi, ben birden iki yaparım, aslında karnede dört yapmıştım bi kere, ama o olmaz şimdi. birden iki yapılır, evet. okul yıllarını atari salonlarında geçirmiş biri için; biri, iki yapmak basit şey. şimdi saat bir buçuk, buçuktan iki gibi bir şey, yok, olmaz. zaten bu postu gönderene kadar saat dört buçuk oldu. dört buçuktan beş vardı. ne güzeldi. altıbuçuktan yedi olunca işim biter, giderim.

click me!

öğle yemeğini yiyoruz lokantada, sinan'a dedim ki; sinan, ahmet'e çift tıklasana bi baksın. ve artık her şey bitmişti. yılın esprisi adı altında, makara adamı oldum. biraz gülmeler, ne birazı kafam kadar gülüyorlar, saçlar dâhil. ve sonrasında, sinan;
abi ahmet bakmıyor, sağ tıklayıp aç desem.
ıyk.

"erol senin biraz ara vermen gerekiyor galiba, kih kih kih" falan durumları olacağı için sinir olurum, bu tip olaylara. ulan naalakası var, şaşırdık işte, halla halla, halla halla.


barcelona - arsenal

23 Nisan 2006

kayb-oluşum

sürekli olarak; bulunduğum yerde olmamam gerektiği, aslında o an olmam gereken yerin, o an bulunduğum yer, mekân olmaması gerektiği düşüncesini gün yüzüne çıkardım. bulunduğum yer ve zaman içinde kaybolamamışlığımla yaşıyorum ve sürekli olarak -belki de yaşanması gereken – bu düşünceler aklım kazan ben çay kaşığı biçiminde döngüye giriyor. o an oradaysam, orada olmam gerektiği için oradayımdır. öyleyse; orada olmamın gerekliliğini yerine getirmeli ve mâdem oradayım öyleyse kendimle bir bütün olmalıyım. ama yok bu öyle kolay bir şey değil. bulunduğum zaman ve mekân bir paradoks ve ben bu paradokstan en kestirme bir doğruyla çıkmalıyım. bu hep böyle süreduruyor. ve kendimi hep bir gece vakti, yalnız olarak bulduğumda bir bütün olabiliyorum. öyleyse yalnızlığımda ya da odamda bırakıyorum; bütünün bir veya birkaç parçasını. odamı yanımda da taşıyor olabilirim yalnızlık olgusunu içimde barındırdığım gibi. hızlı akan, ancak, içindeyken de bir o kadar yavaş akan gün’ü; bir şeyleri bitirmek için bitiriyoruz. ve aslında gün zaten bir şekilde bitecek ve bitiyor. ben kendimi bulduğum ve içinde kaybolabildiğin zamanlarda ancak tat alabiliyorum. ve yine bir yerlerde bir şeyleri ararken, kestirip atıyorum.

‘dünya dışardan, misâl; denizin ortasından güzel görünüyor.’

22 Nisan 2006

buğu

hecele
dim.
kelimeleri
mi.

beni, hiç
tanımadı
ki.
tanımak istediği
ben,
olamayacağım
olaraktı.
ve
öylece
tuttu
elimden.
ben
bıraktım.
ben
kaybettim;
ona
göre.

ben,
hiç, ben
olamayacaktım.
ben,
hep,
ben olacağım’ı
istedim.

bürünmeyi
reddet
tim.

ben
zaten
olan ben
olarak
nefes
tüket
tim.
-eceğim.

ben,
zaten,
olacaksam
eğer;
olduğum olarak,
olmalı
yım.


olamayacağım
olarak
olamayabileceğim
artık,
dünya;
biz seninle sadece,
uyuşamadık.
sen, zaten, olan sen.
ben, zaten, olan ben.
buydu hepsi,
bu kadar

.

19 Nisan 2006

bardak

hayatı demliyorum bu aralar
gözlerim
hiç olmadığı kadar açık
biraz da
orhan veli kadar deli
ve
karbonat katıyorum
aralıksız,
demi kaçmasın
ve
atıyorum içine
kendimi de
şeker niyetine.
bir türlü tatlanmıyor meret.
neden = ise

*

insanların; ‘beklemeye tahammül’ noktası, sıfır düzeylerine inmiş. aslında sıfırın da altında ya neyse, havalara verelim.

17 Nisan 2006

bağ ile laç, kaç kaç

her insan gibi biraz dışlanmışlık ve yalnızlık olgusunu içinde barındıran biriyim. kanatların olmasaydı uçacaktın bilirim ve gülüşlerin ellerinde. varsayalım ki; tek, bir şansın var. dere tepe düz gitmiş kadar yorgunum bu bilmecede.
veya
sıra sıra ihtimâller
ve, kapalıydı kapılara
ya, nerde diyordu anahtarlar
ile çaresizdi,
bakarken "ki" ye
bağlaçlar ayırmıştı
insanı hayattan
ve
şimdi
kendimi kovduğumu farz ediyorum
noktadan
.
dan,

11 Nisan 2006

çember

dün ve bugün
bugün ve yarın
birer kelime
toplayınca tümünü
oldu bir cümle
dünden bugüne
ve geleceğe
uzanacak

kelimeler soldu
harf harf
cümle ise öldü
cenaze kaldırdı
bizi

yırttık yine kefeni
fiiller cebimizde
filden de ağır
yüklendik
yüklemleri

ve büyüdük,
küçüldükçe
sözümüz

10 Nisan 2006

newton ve döngel kıraathanesi

birkaç yıldır gel bana bazı bazı tipinde ticarete atılma düşünceleri sarmalıyor oramı buramı, rahat vermiyor. belki de ‘atılmak’ eylemidir beni hep alıkoyan. net cevabı da bulamıyorum, neden yapmadığıma dair. eee diyorum, baştan başla. oturuyoruz kendimle şöyle karşılıklı, başlıyoruz soruları sormaya ve teker teker son soruya kadar soruyoruz. böyle olunca her soruya mantıklı cevap veriyor, kerata. sonuç olumlu çıkıyor. e diyorum, madem olumlu çıkıyor. neden, neden, neden yapmıyorsun? bunu buraya yazarak, bundan kelli, bu konu hakkında bir daha döngel kıraathânesine uğramamayı düşünüyorum.

tüm cevapları verebildiğimiz ve bunun getirisi olarak yapılması gerekenleri de bildiğimiz hâlde bir türlü yapamamamızın sebebi nedir?

kısa bir süre önce -15 dk kadar- bu sorunun cevabını irdeledim. ama çok deştim, irdelerken çıkan sonuçlar çok olunca, toparlayıp sonucu verecekken çıkan o küçük sonuçları unuttum. dedim ki; her getiri, götürür. her götürü, getirir. kayıp mutlaka olacak. üniversiteye gidersin ve uzun bir süre sonra dönersin, sana; ‘sen çok değiştin’ denir. bu ‘çok yaşa’ gibi bir durum. sen değişmediğin için sana öyle geliyor dediğimde de aslında onun cümlesini doğruluyor oluyorum. fakat insanların bazen böyle anları olur. misal, birine bir soru sorarsın, o da sana öyle afili bir cümle kurar ki, sen kendi kendini, cümlenin altına ezilmiş olarak bulursun ve o mekân ve zaman paradoksundan çıkar gidersin. gittiğinde sonuç geldiğin yerdir. buradaki kayıp; zaman’dır. ama bu kaybın bir getirisi de olmalıdır. işte size o küçük sonuçları unuttum ve bütünü toparlayamadım derken bahsettiğim şey buydu, nerden nereye...

giriş ve gelişme kısmından sonra sonuç kısmına geldik şeycim. birazdan gökten üç elma düşecek ve şanslı üç erkek kişi yer çekimini bulacak. üç bayan arkadaşımızın da kulaklarına küpe vereceğiz. ama öncelikle, nerede benim çakmağım.

oksijen ile huzurun tepkimesine karşı olan kapitalistler

pek kıymetli şey. sana nasıl hitab edeceğim konusunda emin olamadım. zaten emin olmak kolay mıdır ki şeycim? ben içinde bulunduğum günün, pazartesi olması münâsebeti ile, içimdeki kargacık burgacık düşüncelerden dem vurmak istedim. çok karışık her şey, “bulunduğun durum içinde sıkılmaktan bahsederken aklına çoğu kere gelmese de bâzen gelen, sen de sıkılmak için yer arıyorsun, bak elindekilere, mevcut durumuna, hayattan ne bekliyorsun ki?” hâli vukû buldu bir ân, kimi zaman olur ya şeycim. o oldu. sana olmaz mı?
şapkalı a ve yumuşak g arasındaki fark; birinin şapkasını kafasına ters geçirerek marjinal olmaya çalışmasıydı belki de. ama gel gör ki, bunu; hiçbir kelimenin başına getirmeyerek ödettiler, ona. aslında bu ona bir ceza değildi. zaten amacı marjinal olmaktı. hayat böyledir işte şeycim. bir bardak çayda iki şeker olmaktır. son tahlilde, son birim oldu; kaydı en uca, yumuşak g. yumuşak da dediler ya adına. hâlbuki, serttir kendisi, söylemesi boğazı kaşındırır. nerde kaldı bunun yumuşaklığı, vernelde mi?

evet evet, şeycim, rızıkla korkutmuşlar pek sevgili dostumu. ah dedim, kıymet derecesinde koparmada ve silkmede birinci dostum. lütfen, etme, eyleme. al şunları, geri dönüşüm kutundan. koy cebine, iç cebine. şeycim, bir çay içesim geldi ki sorma, ama ben açık sen demli içeceksin. içeceksin ki, muhabbet başlasın bir yerden. o bir yerler çoğalsın, alsın başını gitsin, saate bakalım, zaman akmış olsun. vakit girsin. bir oksijen iki huzûr çekelim içimize. sıkalım ellerimizi, bir çay daha içelim. çekilen huzûrdan bahsedelim şeycim. hayat nedir ki.com. anladın beni di mi şeycim. anlayışlısın sen, bilirim.

7 Nisan 2006

geri dönüşler

şimdi sen, öylesine, aslında amaçsız, çıkar gidersin, dışarı, sokağa. geçersin sade’ce. dıştan görünen sen, amaçlı ve emin bir gidişi simgelersin. herkes, her kez bunu görür. oysa sen sadece içindeki o boş yeri sırtlamışsındır. ve gidersin aslında öylesine, herhangi bir yerlere. ve hep önüne çıkarsın, kendinin. hep böyle sürer, sen önüne çıkarsın, her an’ın anlamlı olduğunu anladığın an’lar; aslında hep o sırtladığın boşluğun kattığı anlamı bulursun. kendi içindeki anlamı, aradığın an’dır, anlam. anlam, yüklenen’dir. yüklediğindir. yüklenen sen, yük ise içinden taşamayanlar, belki de korkuların ya da korkunun çekingenliği. ve çıkar gidersin, öylesine, bir yerlere, sessiz sessiz…

ebe falan

1- tüm bilim adamları (galileo, einstein, newton, maxwell, rudherford, pascal, buhr ) saklambaç oynuyorlar? einstein sayıyor, diğerleri saklanıyor. einstein kimi sobelemiştir?
gördüğünü.

2- okuduğunda seni en çok etkileyen kitap?
oruç aruoba - olmayalı

3- takip ettiğin dergi?
yok.

4-günlük gazete?
okumuyorum.

5- en yaramaz çocukluk anım?
yaramazlık vardı da, şimdi ben en olanını seçemedim. zaten bu en’i seçmekte hep zorlanmışımdır, hiç bana göre değil.

6-tv yapımcısı olsam yapmak istediğim program?
tadından yenmez isimli bir program yaparım. sonra uymam ben o programa. biliyorum ben kendimi. olmaz yani. cık.

heykusuzluk

akşam eve gittiğimde erken yatmalıyım, dediğim bi sabahtan sonraki sıfırüçellibeş. aklıma bir şeyler geliyor gibi oluyor. işte şimdi tam bu an. var öyle bi’şey. ve çok yorgunum, bugünlerde ellerim titriyor, masa ile ağız arasındaki mesafede kaybediyorum damlaları. iki elimle, depremlerle içebiliyorum; çayı. dumanım üstümde, koklayıp gideceğim. sıfırdörtsıfıraltı. kursör yanıp söner, sıfırdötsıfıryedi. aldım düşlerimi yine, örteceğim yokluğunun üstüne, hem üşüdüm ben, aç gözlerini. hey! kime diyorum ben.

5 Nisan 2006

& nbsp

düşünmemeyi düşünüyorum aralıksız. bunu bile düşünmeden yapamadığımı anlayınca, yıkılıyorum.

nedensiz gülmelerim, ölüme en yakın hissettiğimde oluyor ve aşık olduğumda. sokakta duvara, okulda sırama yazmam gereken şeyleri; yazamadıklarımı hatırlıyorum, utanıyorum kendimden, hem de çok...

"hiç düşünce", "hiç düşünce", "hiç düşünce" diyorum, koşar adımlarla yürürken; sesli bir şekilde. deli olduğumu düşünüyor yanından geçtiklerim... tüm rollerimi devrederken; başta sokakta yürüyen insan olmak üzere, sahneden çekiliyorum ve düşüyorum tarihin eşiğine, notumu...
“ ”

4 Nisan 2006

ve zaten hep sonuç

ve işte zaten; bu böyle uzar gider. lastik gibi; uzadıkça, uzar. ki ne zaman kopacağını, her an hissedecekmişçesine. ama yine de salakça bir umutla sınırlarını zorlarsın, elindeki her neyse, kopana değin...ve kopar... içinden pişmanlık benzeri bir şey, akıp gider...
ve zaten sonra, düşünürsün; yıkmak her zaman daha kolaydır diye.
kolay mı gerçekten her şey bu kadar?

ve hep cevapların içine düşülür, düşülen ıslı adanın, en ıssız yerinden.
ve zaten de ki; yalnızlık ne kadar mümkündür, en başta kendin denen lâvukla yaşamak zorunda olduğun sürece.

2 Nisan 2006

yıl olmuş kaç, sen hala ne?

bir alttaki yazı ile bu yazı arasında 15 seneden fazla zaman var. neredeyse 6000 gün. altıbin adet doğmalı batmalı gün. hepsi de adrese tesl...