22 Aralık 2007

düşününce...

adım adım ilerleyen kuyrukta yitirilmişti…

geçtiğim her sokak lambasının önüne düşüyordu gölgem; aklımı emanet etmeye çalıştığım gereksiz ayrıntılarla. kırmızısı yanmış trafik lambasının yeşilini bekleyen hayatlar, havaların ne kadar soğuk olduğunun bahsedildiği yan yana yürüyen hayatlar. esen rüzgârın soğukluğu kulaklarımın ne kadar üşüdüğünü düşündürtmüştü bir an. artık sabah kalktığımda yorgan dışındaki yaşamın soğuk olduğuna alışabilecek kadar uyanmıştım sabahları. ama ben sadece yürüyordum öylesine, öyle işte, bir yere gidilir gibi, sanki.

aklıma düşenler hiçbir zaman tek bir konu üzerine olamamıştı, olması da gerekmiyordu zaten. hep bölük pörçük, daldan dala atlayan küçük kesitler ve kimi zaman yarım kalan tüme varmaya çalışmalar. her biri aslında birbirinden ayrı her biri de olabilirdi. düşünmek gerekmezdi ve ben düşünmezdim aslında sadece sonra hatırlardım. onları bir noktada toplamak sonra da fırlatmak istermişim meğer.

bazı sabahlar kalktığımda ‘yeni bir gün ve şu an bir sorunum yok güne dair, acaba canımı sıkan sorunlar nasıl ortaya çıkıyor, bugün bunu inceleyip kopma noktasını bulayım’ derdim. ama günü bitirirken hatırlardım bu sözleri sarf ettiğimi. yaşarken unutulurdu zaten, yaşarken sadece yaşanılırdı sonra düşünülürdü.

hiçbir veya birçok şeyi amaçlamadım da ben, amaçsızca yaşamanın anlamını düşündüğümde istemsiz, bilinçsizce kurgulanan amaçlarla çevrelenmiş bir hayat görüyordum kendimde. farkına vardığında yeni bir güneş mi doğacaktı hayatına, soğuk rüzgâr senin yüzüne çarpmayacak mıydı?

bir şeyler sorgulanmadan ya da düşünmeden önce de vardır.
ve keşfettikçe de yitirilir.

10 Aralık 2007

9 Aralık 2007

ebe'den sobe'den

pek kıymetli doli sobelemişti uzun zaman önce. biraz geç de olsa sözümü tutmalıyım diyerek şu boş gecemi bu işe ve bloga ayırdım. ve özellikle belirtmeliyim ki, pek zor bir işmiş, kendini anlatan dize bulmak ve ben bulamadım gibi ya da aramadım galiba. o sebeple blogumdaki geçmiş tarihlerden bir kaç tane post'umu koymaya karar verdim. tembellik zor, evet.



bir gün gelir de o gün pazartesi olursa
ve o gün gelir de ben o günde
olmazsam
o gün, ben, o güne yetişememiş olursam
ya da gün benden önce
gelmiş olursa,
ve o bana yetişememiş olursa,
işte o gün -hangi gün-
amerikan filmi kaçkını biri gelir de
kapımı bir gün önce çalarsa
ben
de ona gününü gösterecek olsam
ama o gün benden sonra gelecek olsa.
gelecek o gün olsa, olacağı gün, bugün olsa
ve hatta o gün geçmiş olsa.
ve işte ben, günümü şaşırsam, gün de beni,
arada kaybolsam, bir arada
iki derede,
bir gözüm dünden, diğeri yarından...
ben de bu satırlardan
baksam.


hayatı demliyorum bu aralar
gözlerim
hiç olmadığı kadar açık
biraz
da
orhan veli kadar deli
ve
karbonat katıyorum
aralıksız,
demi kaçmasın
ve
atıyorum içine
kendimi de
şeker niyetine.
bir türlü tatlanmıyor meret.
neden = ise


uykusuz bir sabahın doğuşu
savaş doğar sabahıma
geceler müptela duman
yoluna
müzik eksik notalarıyla
kusurlu dans anında
siyahın bana
aitliği
aitliğinin bana aitliği
aklım ve kısa ziyaretleri
dönüşte
ekmek kırıntıları
siyah renkli sokak lambaları
utangaç sokak kedileri
ayaklarımın garip hâlleri
elimden gelen; sigara, çakmak
benden
giden, esenlikler.
Senden bana, mutluluklar
her sabahım savaş,
her
sabah, kaçan esirler
gider tek tek, akıldan..
ben son esiri savaşın
bir yanım, noksan sana
bir düş düşer, sabahıma
tek kalmışken
savaşımda
kolla beni, son sabaha…

3 Aralık 2007

doğum günü münasebeti ile

iki aralık doğumlu milyonlarca insan gibi, benim de dün doğum günümdü. bugün ise, üç aralık tarihinin doğum günü olmadığı milyarlarca insandan biriyim. herkese merhaba.

12 Kasım 2007

olur bazen

olur bazen, bir şeylerin olmasının gerekliliğini hissedersin üzerinde. lâkin her şey biraz sonra geçecek ve bitecektir. sen sonra belki de hatırlamayacaksındır. bu hep olur zaten; üzerinde hissetmek.

olur işte sanki dünya birden senin aksine döner sanırsın. işte sanırsın. okul bitince de bir şeyler sanılır, hava soğuk mu gelir ne, üşünülüverilir birden.

su içerken bardağın alt kısmını yukarı doğru kaldırırken ve o anda su seni rahatlatırken bunları hiç birini düşünmezsin. insan aslında pek bir şey düşünmez ne kadar çok düşündüğünü sansa da. bunu da bilirsin ama her bildiğini bir araya getiremezsin.

inan ki, hiçbir şey olmaz… su güzeldir ve güneş bizi ısıtır.

9 Kasım 2007

scooter'lar

bir sabah uyandım ve deniz kıyısında buldum kendimi… hiç zaman kaybetmeden kayıp insan bürosunu arayıp, ihbar bıraktım… biri almaya geldi beni… ‘siz misiniz?’ diye sorduğumda çok net bir ‘evet’ cevabı aldım. beni bulmuştum artık.

filan.

evet

bir tane hayatım var. sokakta güneş beni ısıtıyor.
ayakkabılarımı bağlamak için eğilebiliyorum.
falan.
sen güldüğünde
uzaklaşıyor
her şey
sesinin tonu,
mutluluk

duyarsın sesini
ve tonu
mutluluğu barındırır
ve seni
uzaklaştırır tümden
bölünürsün

22 Ekim 2007

birbuçuk hayat Asude

zamanın geride bıraktığı herhangi bir gündü ve belki de o gün dünyaya gözlerini açan kız bebeklerden sadece birisiydi Asude. pembe renkli nüfus cüzdanını çıkartmak babası ile bana nasip olmuştu, tuhaf bir duyguydu. hastaneye döndüğümde kızımız küvezdeydi. soğuk beyaz bir kapının ardından bakıyordum ona ve aramızda tahminen on metre vardı. sadece teninin renginden seçebiliyordum orada bir can olduğunu ve o canın Asude olduğunu. rahatsızlığından dolayı hastanedeydi ve ben O'nu tam olarak göremesem de içimde garip, tatlı - ekşi arası durgun bir his ile yaşadığım şehre dönüyordum...
tekrar gittiğimde, O'nu görmüştüm. hatta elini bile tutup burnunu hafifçe sıkmıştım. burnunu sıkınca ağzını büzüştürüyordu, çok sevimliydi, hatta bambaşka bir şeydi O. ama rahatsızlığına teşhis konulamadığı için, yapılan testlerden dolayı her yeri iğne iziydi dünya güzeli yeğenimin...
kırkaltı gün olmuştu artık, bütün aile hayatını hastanede geçirmişti. kırkaltı gündür dünyanın merkezi o hastaneydi ailem için... ve ben başka şehirdeyim, aklımda pembe renkli nüfus cüzdanındaki Asude yazısı ve elini tuttuğum, burnunu sıktığım an geliyordu, telefon çalıyordu, Asude gözlerini kapıyordu, yağmur yağıyordu, Asude kırkaltı gün yaşayabiliyordu ve gidiyordu. küçücük bedeni, kocaman ruhuyla kırkaltı gün dayanabilmişti çektiği acılara ve yüzü bile gülebiliyordu o kırkaltı günde.
öyle bir şeydi işte...
kopuk ve kısa...
Asude bir şeyler anlattı ve gitti umarım anlayabilirim hayatımın geri kalanında... belki de sabırdı giderken bize bıraktığı, kimbilir...

ablama ve enişteme sabır diliyorum, avucumdakileri de size yolluyorum.

21 Ekim 2007

187. sayfa

şu ebe, sobe olayları da olmasa blogger.com'u hiç açacağım yoktu. madem derin iz beni parmakla göstermiş, ben de o'nun o güzel parmağını fazla havada asılı bırakmayayım.

trevanian'ın şibumi'sini okuyup beğendikten sonra, geçenlerde aldığım yine bir trevanian kitabı olan inci sokağı kitabı'nın yüzseksenyedinci sayfasının ilk cümlesi der ki:

"çite dayanmış, bana sesleniyor, ben duymadan geçip gidiyordum."

herkese sevgiler, saygılar.

5 Ağustos 2007

demek ki, o insan dediğin...

yine bir sabah ile uyanır ve işte kendi kendini yönetir o insan. yolu da bellidir fakat bir gün sular kesilir, yataktan kalkar ve susamıştır. varsa biraz eğer, devlet su işlerini aramıştır ve işte karşısına çıkmıştır; belki de bir bütün ömrü alo demekle geçen adam.

yinelersin tekrar, sular kesik ve kan damlıyor musluklarımdan peki ne zaman gelir kestiğin hayatlar, bak geç kalıyoruz her şeye be adam.

evlat der herkese titrek bir ses tonu ile hayatı bütün bir alo olan adam.
sakin ol ve bırak şimdi kalbine doğrulttuğun o beynini. biraz nefes al ve aç bak pencereni göreceksin daha önce göremediklerini, benim bile göremediklerimi.

ve baktım aynaya gördüm ki, kulaklarım kesilmiş ve ellerim titriyor tutuğumda ellerini ömrümün ve ömür ölümle kol kola.

2 Ağustos 2007

hercümerç

içinde yaşam barındırmayan yeryüzünde,
gökyüzünün ölüme yattığı sırada,
yarıçapındayım evrenin.

çürümeye yüz tutmuş saniyeler
sona varan tüm günü boğmak üzereyken
bir hırıltı ile kesiliyor, yaşamsızlık.

ve yaşamsızlık boynumdan kıskıvrak yakalıyor.
ve gökyüzü ağlıyor.
ve ben kendimi ölüyorum.

1 Ağustos 2007

paralel

gerçekler’siz olamayacağının farkında olduğun zamanlarda, iç gerçeklerini istersin. ve işte zaten insan bu hepsinin bütünüdür. olağandır; olan biten iç dünyanın kişilik bozuklukları, dışavurumların…


kişinin kendisinde olmasını istediği hayat asla kendisinde olmayacak olandır.

21 Temmuz 2007

renksiz mavilik

bazen hiç oldurmayacağın ya da istemeyeceğin herhangi bir şeyin, bir anda o an olması gerektiğine inanman. ancak, o şeyin oldurulmasını hissettiğin an, içindi bu. fakat bu sadece senin içindendi. o an herkes diğerleriydi ve sen bunu unutmuştun; diğerlerini. belki yola çıkmıştın da... ve zaten en güzel olandı, o an, gidene kadar ve olan ve biten... ve işte zaten ortalama bir an. seni de kapsayan, diğerlerini de.

3 Haziran 2007

bazen gerçekten

dün hava çok sıcak olmasına rağmen bir o kadar da cumartesiydi ve dünyada her şey kötüye gidiyordu ya hani, işte ben dün işe gitmedim. pazar gibi bi cumartesinin ardından pazara merhaba dediğim şu saatlerde buzdolabının yazılamayacak kadar zırıltılı sesini kesmeye gittim çünkü bu evdeki terliklerin yerini de bilirim ben. velhasıl-ı kelam artık evde karıncalar da boy göstermeye başladı bu yıl kola şişelerinin içinde ölecek olan karınca sayısının, geçen yıl karadeniz’den çıkarılan hamsilerin sayısından daha fazla olacağından hiç süphem yok. standart sapma ve varyans ulaşılması zor ünlüler gibiler but hepsi bildiğin matematik. binom da çok hayvan. how are you feeling? bi ara ömer üründül ile milli takım arasındaki kontrollu ve kollektif ben demiştim ilişkisini ele alacağım. ama önce ankara’ya bağlanayım. tamam sen de bağlan be güzelim.

21 Mayıs 2007

hüzüntülü açlık

karla karışık gece yağarken yağmurlarıma, yürümeyi seçiyordum aynamın kırıldığı yere doğru ve kendimi buluyordum; kendime şarkı sözü yazarken ve üzerimde tüm dünya, bana bakıyordu, dünya demek insanlar demek değildi. dünyanın tüm akli dengesi bozulmuştu, dünya demek insanlar demekti. uzandığımda uyandığımı hatırladım. paragraflarımı düşürmüştüm ve hepsi kilimle aynı renkti. kilimi silkeledim balkondan aşağı, bütün kelimelerim ölüme düşüyordu bense lüzumsuz bir gevezelik yapıyordum iç dünyamda. birazdan kapı çaldı, gelenler alfabenin bir çok harfiydi. büyük olanlar yanında küçüklerini de getirmişlerdi. ve onlara söz verdim. sonra pilavın tuzu az olduğu için ağlamıştım. aç kalmıştım... şimdi ise gidiyorum yumuşak yastığa başımı koymaya. sabah telefonumun sen çalmasını bekliyorum.

2 Mayıs 2007

öldürmüştü katı haliyle zamanı. ve olağan sona doğru varırken, gerçekliğinden sıyrılan çiçeklerin yaprakları artık toprağın tek sahipleriydi. hayat senin ne kadar yukarıdan düşebileceğinle ilgileniyordu o sıra. sen, içinde büyüyen o tatsız evrenin her damlacığında boğulurken, sevdiğin çiçekler de artık o toprağa ait değildi. birbirlerini tamlamaktan vazgeçtikten sonra her biri anlamsızlık yetiştiriyordu geleceğine. ki gelecekleri kendileri değildi ve her depremde de bir payları vardı. siyah bulutların öfkesi, su daha büyüktü topraktan ve ağlardı insan. hep ağlardı. insan ayaklarının altına alırdı küçük olanı, bitince ağlaması altına girerdi ayaklarının. ve insan ağlardı.

24 Nisan 2007

tefrika

insanların koyunlardan tek farkı, koyun olmamalarıdır ve cep telefonları da sabit telefonlar gibidir.
her ne kadar ile başlayan bir cümle kurmak istesem de, bir o kadar da kurmuş olduğumu fark ediyorum ki, noktayı koyuyorum.

20 Mart 2007

nerede hiçkimse

yatağa girdiğinde artık bir şeyler hakkında düşünecek vaktin olmuyor ve gözlerin sadece uykuya doğru koşuyorsa, siyah beyaz mı yoksa renkli televizyon mu sorusunu sorabilirsin herhangi bir şekilde, herhangi bir aklınla. siyah beyaz acaba geçmiş mi demekti veya renkli televizyon gelecek miydi? gelecek, sonraki gelecekten bakıldığında geçmiş güzelliğini mi hissettirecekti. hiç beğenmediğin yarına uyuduğun o cansız bugünün. belki de bir bardak barut içmiştin ölmek üzere uyanırken. korkuydu belki de eline almaktan çekindiğin fotoğraf, neler gizliydi fotoğrafta... renkli televizyon içindeki siyah beyaz televizyon ve hepsi sen uyurken gördüklerindi, bir yudum barut, seni, yavaş yavaş hızlı uyandırandı. ve o sana el sallar ve sen hep ardı dönük ayaklarının altında bir çift fotoğrafla, teki başka...

17 Mart 2007

denge

ne zaman eksik olsa bir şeyler ya da aksi olsa istediğimin sana çıkıyor işte o an; zaman.. çekirdeği çıtlatırken içindeki şey her ne haltsa işte o bir türlü dilime gelmiyor. ve bu belki bu da sen yoksun diyedir.

26 Şubat 2007

ben bağlacı

o kadar çok şey var ki, şimdi dünyadaki tüm bağlaçları burada toplayabilirim. "ve" ile "ki" gelirken "de" çıkagelir "ile" neden aranızda diye sorabilir. "yalnız"lık çıkagelir de, ben de bir bağlacım dostum derse ve ardından “ama, fakat” gelirse eğer, ben ne yaparım o kadar bağlaç içinde "ki" sorarım sana aslında hayat ve "ancak" hayat aslında. bu kadar mı karışır dünya. gözlerim kan kokmaya başladı, bu kadar eziyet yeter kendime, haydi kendim, al beni ve götür aynı bedene, aynı uykuda ve aynı rüyada, aynı yarına ulaşmaya...

aslında iki nokta

ben sıcacık odada iliklerime kadar titriyordum, sol gözüm yatmayı istiyordu, sağ gözüm ise günün aydınlanışını görmek. kendimde değildim. sanırım. belki de aklımdı bunu bana söyleten, ki ben bu cümleleri dudaklarımın arasından çıkarmadım.
hayat aslında ve aslında hayat.

otuziki

vakit, gece yarısını otuziki dakika geçmişti. ancak zaman böylesine otuziki geçmemişti hiç ve hiç bu kadar gözümün içine bakmamıştı.

22 Şubat 2007

tüm bu olanlar, tüm bu olanlar mı?

uyandığımda, uyuyan benime bakıyorum ve çemberin içinde buluyorum kendimi. merkezden kaçarken bir zaman birikintisinde boğuluyorum. aklımda hep bir şeyler var ve aslında bir o kadar da hiçbir şey yokken devam ediyorum kaçmaya... oysa tüm kaçışlarımın yine ve yine kendime olduğunun bilicinde olarak.
ne garip değil mi?
dündü zaman.
ne kadar garip ki, şimdi bugün ve her bugün, şimdi. aklım el vermiyor aklımı, ezer geçersin ve hırpalarsın. ama bil ki ben, sen aslında hiçbir şey yapmıyorsun sadece olağansın, belki de yalansın. ya da basit bir organik kimya ürünüsün. belki de tek suçun sabah uyanmaktır, uyanıp güne devam etmen ve her gün, şimdiki bugüne zarar vermendir.
ne garip değil mi?
dündü zaman.

21 Şubat 2007

bir gün şöyle bir şey olmuştu. işte böyle bir cümlenin şu anda kurulabilmesi için ben o zamanda ‘şöyle bir şey’i yaşamıştım. son zamanlarda diye başlayan cümleler, devamını getirecek kelimelerin de cakasını bozar. aynı ‘bir gün’de olduğu gibi. bir de, ‘hani’ vardır şiirsel anlatımlarda fiyakayı bozan. o an, işte böyle bir şeydi anlatılmak istenen.

20 Şubat 2007

çok pis döverim!

bazen kendimi hiç de kendime benzetemiyorum. kafamda o kadar çok şey dönüyor ki, ne yapmam gerektiğine bile karar veremiyorum değil, ne yapmam gerektiğine karar bile veremiyorumu dahi bulamıyorum. sence bunları yazmalı mıyım? yok hayır, yazmamalıyım, onları toparlamak, cümleye dökmek, sanki doğru anlatılması gerektiğine inanıyorum ve yazarken tekrar tekrar o düşüncelerin üzerinden geçmek istemiyorum, yoruluyorum. otobüs yolculuklarında kafamı cama dayayıp aklımdan geçenleri izliyorum. sürekli yeşil ve dağ görmekten bir farkı yok ve zaten bir süre sonra da baktığım yerde artık dağlar, taşlar, çimenler beliriyor. belirmek. delirmek.
uzakta bir yakın belirdi, yanına vardığımda çoktan uzakta delirmişti.


iyi ki doğdun!

19 Şubat 2007

biri_beni_durdursun@nokta.com

bu sabah yine uyanıp, yine işe gittim ve yine bitmeyen işleri yapabırakıp eve geldim. sonra da yazayım ulan bir şeyler dedim. ettim, geldim, gittim fasıllarını atabilirsem eğer bir şeyler anlatamamamın nasıl olduğunu anlatmaya çalışacağım. çok gezen mi çok yazar, çok okuyan mı? yazıyorsan geziyor musundur? yani, aldın beni benden be. bugün çok sövdüm mesela, çünkü çok üzerime geldiler. bu cümle bir şey anlatıyor gibi fakat ama lâkin ve esasen hiç bi halt anlatmıyormuş gibi de duruyor. evet bazı kelimeler, deyimler bir zaman sonra insanlarda bi işe yaramıyor. çok üzerime geldiler, gibi. artık bünye alışmıştır. bu bünye de uyuz bir şey olsa gerek. gerisi önemli değil zaten. üstü kalsın.

15 Şubat 2007

ondört 02

alexander graham bell, 1876 yılının 14 şubat’ında sevgilisini ihmal ederek telefonu icat etmiştir. sonra zaten telekom, turkcell, filan. evet sevgililer önemlidir ancak erkek adamın sevgilisi olmaz, hatunu olur. mesaj da çekmez, direk arar, sorar. birbirine çağrı atan sevgilileri de bu sitenin bana vermiş olduğu bu güzel fırsatı kullanarak buradan* kınıyorum.

* oturduğum yerden

24 Ocak 2007

mim faciası

bir mim faciasına daha, yine derin iz tarafından yakalandık :)

beş yıldır aynı bilgisayar firmasında bıkmadan, usanmadan çalışan ve bu sayede de evindeki bilgisayarında 1500 gb lik bir harddisk topluluğu barındıran, gününün dörtte üçünü 17” veya 19” karşısında geçiren bir insanımsıyım.

eve dönüş için binilen metronun 13 dakika süren yolculuğu boyunca bu akşam ne yapmalıyım ya da bu akşam kime söz verdim diye düşünen ve eğer birine söz verilmemişse, bu akşam ne yapsam diyerek bütün geceyi hiçbir şey yapmadan geçiren; evden işe, işten eve insanıyım.

film izlemeyi seven fakat ama lâkin, izlemeye başlayabilme kısmını bir türlü beceremeyen, “şimdi ömrümden iki saat çalacak, buna değmeli” diyerek, filmlerin detaylarına netten ulaşan ve bir türlü seçip beğenemediği için, izleyemeden “hay allah! yine geç olmuş” diyen bir saçma sapanımsıyım.

çok sıkı bir pes6 oyuncusuyumdur. bizim eve gelen ve eli gamepad tutabilen herkesi karşıma alıp dövmüşlüğüm vardır. buradan yola çıkarak futbol ile çok fazla ilgili olduğumu ve her perşembe akşamı yaptığımız halı saha maçlarında vasatın üzerinde bir performans sergilediğimi söyleyen basın grubu çalışanlarına teessüflerimi bildiririm.

aşırı derecede her şeyi ve kendini umursamaz olan ben, o hayatıma girdiğimden beri, kendimi ve birçok şeyi daha bir umursamayı başarabilmiş, geri dönüştürülebilen örnek insan modeliyim.

sağ kanattan yaptığım ortaya kafa vurmasını istediğim kişiler:
7.oda
bessy
bitkisel
dir.

18 Ocak 2007

ve yine de ki

kuytu bir karanlık kaplıyor
ruhumu
ve
gökyüzü çatlamış
umutsuz bir sabaha
koşarken
ben o şehirde ağaca asılıyım
ardımda güneşin bitişi
ve
kanımda sigara külleri

ışık kuytu karanlığın sahibi
beyaz sabah keskin ellerinde
adımlarımı yitiriyorum
dar sokaklarda
ve
kaybolmuş hayat yine
inadına karşımda

bir yaprak daha ellerimden
düşerken
finalde
kınından çekilen kılıç
kuytu ışık ve
anlamsız kör oluşum

15 Ocak 2007

yıl olmuş kaç, sen hala ne?

bir alttaki yazı ile bu yazı arasında 15 seneden fazla zaman var. neredeyse 6000 gün. altıbin adet doğmalı batmalı gün. hepsi de adrese tesl...