8 Aralık 2006

dönüşler

ve işte yine bir adım
daha;
geçmişe,
geçmişten dönen.

eskimeyen,
ve tükendikçe
yenilenen,
çığlıklar geçti
az önce...

ki
hiçbir şeyin sırası değildi
ve
zaten
öyle bir sıralama
olmayacaktı
hiçbir zaman

gittiğimi sanırken
döneceğim aslında
her an
ve şimdi
canlarımı sayıyorum

bulmak adına
kaybediyorum
durmaksızın
kendimi

elde var; kalan
ve her zaman
kalacak olan...

4 Aralık 2006

fareli köyün postacisi

acıktım ve mutfağa doğru veya yanlış seçeneklerden birini gördüm sokakta o kadar dardı ki zar zor sorular sormuşlardı sınavda düşünüyormuş gibi yapmaya çalışırken insan kendini işine kaptırır tüm paraları hırsıza ve artık yıla denk gelmişti postacı ve elektronik postaları da kendisinin getireceğini söylüyordu. bunu duyduktan sonra kendime çeki düzen vermeye karar verdim ve cümleleri birbirine bağlamaktan vazgeçtim, işte tam bu sırada, saat yirmi sularında su faturasını yarın ödemem gerektiğini farkettim ve eğer ödemezsem hiçbir şey olmayacaktı. hiçbir şey olmayacak şeyleri farketmekte üstüme yoktu. asıl meseleye geleyim; beynimde, televizyondaki karıncalı gösteren kanalı açan her kimse, çarpışan arabaların daha zevkli olduğunu bilsin. hem kablosuz klavye ile bir türlü aryuken çekemezken kablolu ve dandik klavyeyle çok da güzel aryuken çekebiliyorum. baştan sona okuyabildiysen eğer; ne kadar can sıkıntısı çektiğimi farketmişsindir. şimdi esas meseleye gelelim; havalar çok soğuk ve mavus tutan elim çok üşüyor.

2 Aralık 2006

çığlık

uzun süredir kalemime yazamıyordum kendimi; saçma sapan bir karanlık elimde, dizimde çocukluktan kalma yaralar ve işte zaten içsel kavgam, dışa doğru ve dünyaya teğet geçen yaşamım. kopuk kelimelerimin anlam bütünlüğü ve kullanılmayan kelimelerin yerine koyduğum hayat tecrübeleri… kendime yaptığım darbe sonucu; kendimi, kendimden indirdiğim soğuk hava dalgalarına karışan sessiz nefesim. titrek ellerim ve sadece dünyaya inat ve dünya dağ misali; ben küskün…

22 Kasım 2006

zenginler hızlı kalkar

ulan bir insan bu kadar mı o kadar olur? ben bu satırları yazarken sağ tarafta: “örnek: bir kopyadan çok yazdır.”yazmaktaydı, evet hayat akıp gidiyordu. öğretmenim diye bağırmaktan, hocam diye anırmaya geçilen o dönemlerde laboratuvar’da bilgisayar başında disket formatlamayı öğreniyorduk. hocam dediğimiz öğretmen masanın kenarına oturmuş, bill gates’den bahsediyordu. ekranda da % 52 biçimlendiriliyor yazıyordu, akıyordu hayat; hoca dediğimiz adam olacak öğretmen de bize hâlen daha bill gates’den bahsediyordu. sanki peygamberden, atatürk’ten bahseder gibi. manyaktı bu adam ama yetişkindi, oradaki ama’nın orada ne işi vardı, kim bilir ne sorunları da.. giy ayakkabılarını kalkıyoruz.

8 Ekim 2006

meret!

tekrar tekrar, tekrar ediyor bu meret. tekerrür neticede, zaten bu virgülden sonra da yine tekrarlanacak kelimeler. evet bildin, artık saçma sapan ve ama fakat lâkin ancak yine de olması gereken, bu virgülden sonra başa döneceğidir meretin. meret hoş olmayan bir şey dir. hoş olmayan bir şeye, bir şey diyebilmek için meret seçilmiştir. meret seçilmiş demektir. ve işte zaten anlatmak istemediğim; dön dolaş, saçma sapan, koy gitsin, bi ara dörtlük de yazarım bebek!

26 Eylül 2006

ve, ki

ve

geldin işte.
ellerinde dokunuşlarım,
kirli düşlerinin ışığı,
gözlerimde...



ki

asılmış bir yıldızdın,
gecenin mahkemesinde.
an sızlarken içimde,
düştün düşlerime...

28 Ağustos 2006

sorudan işaret

karanlığın olsaydım eğer, sol tarafına denk düşerdi; sesim. belki o zaman görürdün, unuttuklarını, unuttuklarımızı.

kayıp bir düştü belki, düşlerine düşen deprem..düştükçe düşen...

hiçleşen yalnızlığın mıydı? yoksa bir anda her şeye dönüşen hiçlikler miydi hayatı kavrayan? zehirli sarmaşıklardı belki. de.

cevaplar mı istiyordun benimden? soruları mı verdim kendimden? peki söyle şimdi sen.
sende ne var?

2 Ağustos 2006

an ve arş

beni, benden başka, kim daha iyi yönetebilir ki?
ben, önce ben olabildikten sonra!

26 Temmuz 2006

kısa'ca

suslarım açıldı kıyılarına
tenekeden teknem
nereye kadar dayanır;
bilse idim, bilmemeyi dilerdim.
o puslu denizde
yüz-erken göze almıştım baştan,
boğulma ihtimalini.
hayatımın en büyük keşfini yapma umuduyla
saldırdım maviye.
su çürüttü önce beni,
sonra kendini.
ve
sıralıyorum tüm "tamlayamayan" sıfatları:
çatal karam, çingenem,
kara kaşlım,
al yanaklım,
selvi boylum-al yazmalım,
bal dudaklım, gül kokuşlum..

28 Haziran 2006

sızı'ntı

kısa bir rüyanın içinde uyurken bulduğumda kendimi, sadece bakakaldım; ben’ime. elimi tuttum ve kulağıma fısıldadım; söyleyemediklerimi. belki de aklıma gelmeyenlerdi söylediklerim; hayatımın, engelli ve belirsiz süreli itiş kakış koşuşturmacasında. yorgun düşmüşsün dedim; en son elimi bırakırken ellerimden. kendime bir şeyler daha söyleyecektim, fakat diyemedim.
bazen unutur ya insan, hazırlanmıştır belki de, karşılaşınca söyleyeceğim diye... ama öyle şeyler olmuştur ki ve bunu karşılaşınca anlarsın, kendine kızarsın. elimi tutunca kızdım kendime, iki çift lafım vardı ben’ime. benim bana diyemediklerim, kısa bir rüyanın içinde, dibinde...

19 Haziran 2006

rewind; play... stop!

hep uykuda görürdüm seni. bilirim ki yorgunsun. belki biraz da kızgın; unutanlara, unutulanlara... acılara tutunulur muydu? tutunulurmuş... ve her yenilgi kazınır belleğine... hiç ummadığın anlar yakalar bir kedi gibi boynundan... çaresizce... ki avuçlarımda hala sıcaklığın, terli ve titrek ellerimde dokunuşların... elimde olmayanları saymıyorum, olanlar fazlaydı belki de...

1 Haziran 2006

baş'lık

hiçbir şeye üzülmüyorum da erol, en çok evden çıkarken tüpü açık bıraktığıma üzülüyorum... ya döndüğümde havaya uçmuşsa güzelim memleket... artık hangi çay ocağına sığınır bu yürek...

22 Mayıs 2006

mektup

kafamın içinde beyin olduğu bilgisine sahip olduğum bir ağırlığı taşımakla mükellefim... her yeni doğan gün, son günüm olacak ümidiyle, tüm saçmalıkları sorgusuz ve suâlsiz dışsallaştırmakla meşgulüm. beynimi ve kendimi, en çok da benimi törpüleyerek. artık oturduğum her ağaç altında içtiğim her sigarada ve öldüğüm her gecede, bir mânâsızlık anlamı çıkıyor; yüreğimin tüm arka sokakları kesişirken çıkmaz bir yolla.
yüreğim öyle bir dolmuş
ki sorma tüm bu
indir bindirler

direkten dönmeler
geceye düşen ölmeler
hepsi
bir varmış, bir yokmuş

hepsi hepsi bir avuç
yalnızlık uğruna

16 Mayıs 2006

şey

şey : az ve öz-süz ve bir o kadar çok dilimizin ucunda. kıymeti harbiyesi ise her sıkıştığımızda el pençe divan karşısında eğilmemizden. iktisat yasalarını (arz talep kerhanesi) ihlal edebilmiş ender şeylerden. (bunu en son eşşek kardeşimiz yapmıştı. yazık ki sonu bir tutam uğruna uçurumdan atlamak oldu). bir önceki paren-tezsiz cümlede görüldüğü üzere hem özne hem yüklemimsi olabilen bir kavram. koskoca bir kavramsal boşluk, boşlukları dolduran, dolu olanı boşaltan bir geçiş kapısı...

11 Mayıs 2006

cartel'e gel

aklıma, ilkokula gittiğim bir zaman dilimi geldi. yedim. hayır salak. siyah önlüğün cebinde mendilim vardı. ve tırnaklarımı kesmiştim. bindokuzyüzlüyılların birinde doğmuşum. bahçeye kaçan topu almaya gitme konusunda çok iyiydim. çok güzel plase vuruyordum. herkes şaşırıyordu. zaten çok da hızlı koşardım. kesin biri izliyodur beni, beğenip alıp götürecekler, büyük bir futbolcu olacağım gibi bi’şeyler düşünüyordum galiba ama o kadarda emin değilim, düşünmüyor da olabilirdim. ben o zaman büyümek ve bi’şey olmak falan nedir bilmezdim. önlüğe takılan yaka boktandı. cin ali, en iyi ali. bizimkiler’de de ali vardı, ben onu izlerken o benden önce ortaokula başlamıştı. demek ki benden büyüktü. çok zekiydim. zaten ben siyah önlük içinde zayıftım. daldan dala ve kopuk yazıyorum. ilkokul örtmenimiz hemşerimizdi. bana hep hemşerim derdi ben anlamazdım. 3. sınıftayız ve siyah önlüklüyüz işte o zaman anladım. kavradım desek iyi olur. çok aptalmışım ben lan. ilkokulda hiç andımız okumadım. ve hiç istiklal marşı da. kaçıyordum böyle öretmen gelip seçiyordu ben hep sığışırdım. sığışmak ne lan. ama bir kere aptallığıma denk geldi. sınıftayız, şiir okumak isteyen var mı diye soru sordu örtmen. ben de parmak kaldırdım. meğer yirmi3 nisan geliyormuş, onun içinmiş. hay allah ben de tahtada okucam sanmıştım. biz yedi siyah önlüklü ve bir pamuk örtmen prova yapıyorduk. 23 nisan’ın a harfi bendim. yirmi3 nisan geldi, çıktım okudum. okuduktan sonra, sustum. kimse alkışlamadı. meğer benden sonra n harfi varmış onu bekliyorlarmış. sonra alkışladılar. ben de önlüğümü çıkarıp seyircilere attım. beslenme notum iyi’ydi. karnenin sağ kısmındaki o notları zaten hiç anlamamıştım. hepsi pekiyi. bu cümle çok güzel. karnen nasıl? hepsi pekiyi. hepsi mi? evet. vay be! yirmi3 nisan’da a olan var ya, işte o bendim. ilkokul bitiyorken herkes ağlıyordu ‘örtmenim biz sizi bırakmak istemiyoz, hep gelcez, görcez sizi’. yalan bunlar. ben hep atari salonuna gittim. street fighter’da karşılıklı oynamak aduket ve aryuken becerisi sergilemek çok daha zevkli ve öğreticiydi. ve zaten ben ne öğrendiysem dershanede öğrendim. bi ara özgeçmişimi yazıcam, ama önce anneler günü için hediye almalıyım.

10 Mayıs 2006

jubanhua

şimdi bir fırtına lazım,
dünyayı başıma yıkacak
ve beş karış aklım
kurtaracak beni.
deli olacağım
divaneden sonra
fesleğen kokacağım,
balkonda biteceğim.
bit ki, bit ki,
denecek
bitip gideceğim
ülserli midelere
gittikçe biteceğim
bittikçe...
ve perde

6 Mayıs 2006

kör

bir vakit,
ve yine gecenin,
karanlık aydınlığı.
aklımda,
olamamışlar.
belki de
olmamalı’lar.
ya da
olamayacaklar.

ve
zaten
hep
dönüşler,
ve
zaten
hep
döneduran
kendin;
en çok
kendin
kadarken.

1 Mayıs 2006

aman sen'le mi uğraşıcam soru işareti.

sabah uyandırıldım. perdenin delikli-deşikli kısımlarından görünen dışarısı; soğuk gibiydi. hemen üşüdüm. giyindim, üşüdüm, çıktım, üşüdüm. akşam da dönücem. zaten bu böyle.


hafta sonuna ulaşmak
için.

27 Nisan 2006

gibi gibi

beni, saat iki gibi ara, dedi. saat şimdi, yemekten sonraki bir buçuk. ikide ara demedi, gibi dedi. iki gibi, ben birden iki yaparım, aslında karnede dört yapmıştım bi kere, ama o olmaz şimdi. birden iki yapılır, evet. okul yıllarını atari salonlarında geçirmiş biri için; biri, iki yapmak basit şey. şimdi saat bir buçuk, buçuktan iki gibi bir şey, yok, olmaz. zaten bu postu gönderene kadar saat dört buçuk oldu. dört buçuktan beş vardı. ne güzeldi. altıbuçuktan yedi olunca işim biter, giderim.

click me!

öğle yemeğini yiyoruz lokantada, sinan'a dedim ki; sinan, ahmet'e çift tıklasana bi baksın. ve artık her şey bitmişti. yılın esprisi adı altında, makara adamı oldum. biraz gülmeler, ne birazı kafam kadar gülüyorlar, saçlar dâhil. ve sonrasında, sinan;
abi ahmet bakmıyor, sağ tıklayıp aç desem.
ıyk.

"erol senin biraz ara vermen gerekiyor galiba, kih kih kih" falan durumları olacağı için sinir olurum, bu tip olaylara. ulan naalakası var, şaşırdık işte, halla halla, halla halla.


barcelona - arsenal

23 Nisan 2006

kayb-oluşum

sürekli olarak; bulunduğum yerde olmamam gerektiği, aslında o an olmam gereken yerin, o an bulunduğum yer, mekân olmaması gerektiği düşüncesini gün yüzüne çıkardım. bulunduğum yer ve zaman içinde kaybolamamışlığımla yaşıyorum ve sürekli olarak -belki de yaşanması gereken – bu düşünceler aklım kazan ben çay kaşığı biçiminde döngüye giriyor. o an oradaysam, orada olmam gerektiği için oradayımdır. öyleyse; orada olmamın gerekliliğini yerine getirmeli ve mâdem oradayım öyleyse kendimle bir bütün olmalıyım. ama yok bu öyle kolay bir şey değil. bulunduğum zaman ve mekân bir paradoks ve ben bu paradokstan en kestirme bir doğruyla çıkmalıyım. bu hep böyle süreduruyor. ve kendimi hep bir gece vakti, yalnız olarak bulduğumda bir bütün olabiliyorum. öyleyse yalnızlığımda ya da odamda bırakıyorum; bütünün bir veya birkaç parçasını. odamı yanımda da taşıyor olabilirim yalnızlık olgusunu içimde barındırdığım gibi. hızlı akan, ancak, içindeyken de bir o kadar yavaş akan gün’ü; bir şeyleri bitirmek için bitiriyoruz. ve aslında gün zaten bir şekilde bitecek ve bitiyor. ben kendimi bulduğum ve içinde kaybolabildiğin zamanlarda ancak tat alabiliyorum. ve yine bir yerlerde bir şeyleri ararken, kestirip atıyorum.

‘dünya dışardan, misâl; denizin ortasından güzel görünüyor.’

22 Nisan 2006

buğu

hecele
dim.
kelimeleri
mi.

beni, hiç
tanımadı
ki.
tanımak istediği
ben,
olamayacağım
olaraktı.
ve
öylece
tuttu
elimden.
ben
bıraktım.
ben
kaybettim;
ona
göre.

ben,
hiç, ben
olamayacaktım.
ben,
hep,
ben olacağım’ı
istedim.

bürünmeyi
reddet
tim.

ben
zaten
olan ben
olarak
nefes
tüket
tim.
-eceğim.

ben,
zaten,
olacaksam
eğer;
olduğum olarak,
olmalı
yım.


olamayacağım
olarak
olamayabileceğim
artık,
dünya;
biz seninle sadece,
uyuşamadık.
sen, zaten, olan sen.
ben, zaten, olan ben.
buydu hepsi,
bu kadar

.

19 Nisan 2006

bardak

hayatı demliyorum bu aralar
gözlerim
hiç olmadığı kadar açık
biraz da
orhan veli kadar deli
ve
karbonat katıyorum
aralıksız,
demi kaçmasın
ve
atıyorum içine
kendimi de
şeker niyetine.
bir türlü tatlanmıyor meret.
neden = ise

*

insanların; ‘beklemeye tahammül’ noktası, sıfır düzeylerine inmiş. aslında sıfırın da altında ya neyse, havalara verelim.

17 Nisan 2006

bağ ile laç, kaç kaç

her insan gibi biraz dışlanmışlık ve yalnızlık olgusunu içinde barındıran biriyim. kanatların olmasaydı uçacaktın bilirim ve gülüşlerin ellerinde. varsayalım ki; tek, bir şansın var. dere tepe düz gitmiş kadar yorgunum bu bilmecede.
veya
sıra sıra ihtimâller
ve, kapalıydı kapılara
ya, nerde diyordu anahtarlar
ile çaresizdi,
bakarken "ki" ye
bağlaçlar ayırmıştı
insanı hayattan
ve
şimdi
kendimi kovduğumu farz ediyorum
noktadan
.
dan,

11 Nisan 2006

çember

dün ve bugün
bugün ve yarın
birer kelime
toplayınca tümünü
oldu bir cümle
dünden bugüne
ve geleceğe
uzanacak

kelimeler soldu
harf harf
cümle ise öldü
cenaze kaldırdı
bizi

yırttık yine kefeni
fiiller cebimizde
filden de ağır
yüklendik
yüklemleri

ve büyüdük,
küçüldükçe
sözümüz

10 Nisan 2006

newton ve döngel kıraathanesi

birkaç yıldır gel bana bazı bazı tipinde ticarete atılma düşünceleri sarmalıyor oramı buramı, rahat vermiyor. belki de ‘atılmak’ eylemidir beni hep alıkoyan. net cevabı da bulamıyorum, neden yapmadığıma dair. eee diyorum, baştan başla. oturuyoruz kendimle şöyle karşılıklı, başlıyoruz soruları sormaya ve teker teker son soruya kadar soruyoruz. böyle olunca her soruya mantıklı cevap veriyor, kerata. sonuç olumlu çıkıyor. e diyorum, madem olumlu çıkıyor. neden, neden, neden yapmıyorsun? bunu buraya yazarak, bundan kelli, bu konu hakkında bir daha döngel kıraathânesine uğramamayı düşünüyorum.

tüm cevapları verebildiğimiz ve bunun getirisi olarak yapılması gerekenleri de bildiğimiz hâlde bir türlü yapamamamızın sebebi nedir?

kısa bir süre önce -15 dk kadar- bu sorunun cevabını irdeledim. ama çok deştim, irdelerken çıkan sonuçlar çok olunca, toparlayıp sonucu verecekken çıkan o küçük sonuçları unuttum. dedim ki; her getiri, götürür. her götürü, getirir. kayıp mutlaka olacak. üniversiteye gidersin ve uzun bir süre sonra dönersin, sana; ‘sen çok değiştin’ denir. bu ‘çok yaşa’ gibi bir durum. sen değişmediğin için sana öyle geliyor dediğimde de aslında onun cümlesini doğruluyor oluyorum. fakat insanların bazen böyle anları olur. misal, birine bir soru sorarsın, o da sana öyle afili bir cümle kurar ki, sen kendi kendini, cümlenin altına ezilmiş olarak bulursun ve o mekân ve zaman paradoksundan çıkar gidersin. gittiğinde sonuç geldiğin yerdir. buradaki kayıp; zaman’dır. ama bu kaybın bir getirisi de olmalıdır. işte size o küçük sonuçları unuttum ve bütünü toparlayamadım derken bahsettiğim şey buydu, nerden nereye...

giriş ve gelişme kısmından sonra sonuç kısmına geldik şeycim. birazdan gökten üç elma düşecek ve şanslı üç erkek kişi yer çekimini bulacak. üç bayan arkadaşımızın da kulaklarına küpe vereceğiz. ama öncelikle, nerede benim çakmağım.

oksijen ile huzurun tepkimesine karşı olan kapitalistler

pek kıymetli şey. sana nasıl hitab edeceğim konusunda emin olamadım. zaten emin olmak kolay mıdır ki şeycim? ben içinde bulunduğum günün, pazartesi olması münâsebeti ile, içimdeki kargacık burgacık düşüncelerden dem vurmak istedim. çok karışık her şey, “bulunduğun durum içinde sıkılmaktan bahsederken aklına çoğu kere gelmese de bâzen gelen, sen de sıkılmak için yer arıyorsun, bak elindekilere, mevcut durumuna, hayattan ne bekliyorsun ki?” hâli vukû buldu bir ân, kimi zaman olur ya şeycim. o oldu. sana olmaz mı?
şapkalı a ve yumuşak g arasındaki fark; birinin şapkasını kafasına ters geçirerek marjinal olmaya çalışmasıydı belki de. ama gel gör ki, bunu; hiçbir kelimenin başına getirmeyerek ödettiler, ona. aslında bu ona bir ceza değildi. zaten amacı marjinal olmaktı. hayat böyledir işte şeycim. bir bardak çayda iki şeker olmaktır. son tahlilde, son birim oldu; kaydı en uca, yumuşak g. yumuşak da dediler ya adına. hâlbuki, serttir kendisi, söylemesi boğazı kaşındırır. nerde kaldı bunun yumuşaklığı, vernelde mi?

evet evet, şeycim, rızıkla korkutmuşlar pek sevgili dostumu. ah dedim, kıymet derecesinde koparmada ve silkmede birinci dostum. lütfen, etme, eyleme. al şunları, geri dönüşüm kutundan. koy cebine, iç cebine. şeycim, bir çay içesim geldi ki sorma, ama ben açık sen demli içeceksin. içeceksin ki, muhabbet başlasın bir yerden. o bir yerler çoğalsın, alsın başını gitsin, saate bakalım, zaman akmış olsun. vakit girsin. bir oksijen iki huzûr çekelim içimize. sıkalım ellerimizi, bir çay daha içelim. çekilen huzûrdan bahsedelim şeycim. hayat nedir ki.com. anladın beni di mi şeycim. anlayışlısın sen, bilirim.

7 Nisan 2006

geri dönüşler

şimdi sen, öylesine, aslında amaçsız, çıkar gidersin, dışarı, sokağa. geçersin sade’ce. dıştan görünen sen, amaçlı ve emin bir gidişi simgelersin. herkes, her kez bunu görür. oysa sen sadece içindeki o boş yeri sırtlamışsındır. ve gidersin aslında öylesine, herhangi bir yerlere. ve hep önüne çıkarsın, kendinin. hep böyle sürer, sen önüne çıkarsın, her an’ın anlamlı olduğunu anladığın an’lar; aslında hep o sırtladığın boşluğun kattığı anlamı bulursun. kendi içindeki anlamı, aradığın an’dır, anlam. anlam, yüklenen’dir. yüklediğindir. yüklenen sen, yük ise içinden taşamayanlar, belki de korkuların ya da korkunun çekingenliği. ve çıkar gidersin, öylesine, bir yerlere, sessiz sessiz…

ebe falan

1- tüm bilim adamları (galileo, einstein, newton, maxwell, rudherford, pascal, buhr ) saklambaç oynuyorlar? einstein sayıyor, diğerleri saklanıyor. einstein kimi sobelemiştir?
gördüğünü.

2- okuduğunda seni en çok etkileyen kitap?
oruç aruoba - olmayalı

3- takip ettiğin dergi?
yok.

4-günlük gazete?
okumuyorum.

5- en yaramaz çocukluk anım?
yaramazlık vardı da, şimdi ben en olanını seçemedim. zaten bu en’i seçmekte hep zorlanmışımdır, hiç bana göre değil.

6-tv yapımcısı olsam yapmak istediğim program?
tadından yenmez isimli bir program yaparım. sonra uymam ben o programa. biliyorum ben kendimi. olmaz yani. cık.

heykusuzluk

akşam eve gittiğimde erken yatmalıyım, dediğim bi sabahtan sonraki sıfırüçellibeş. aklıma bir şeyler geliyor gibi oluyor. işte şimdi tam bu an. var öyle bi’şey. ve çok yorgunum, bugünlerde ellerim titriyor, masa ile ağız arasındaki mesafede kaybediyorum damlaları. iki elimle, depremlerle içebiliyorum; çayı. dumanım üstümde, koklayıp gideceğim. sıfırdörtsıfıraltı. kursör yanıp söner, sıfırdötsıfıryedi. aldım düşlerimi yine, örteceğim yokluğunun üstüne, hem üşüdüm ben, aç gözlerini. hey! kime diyorum ben.

5 Nisan 2006

& nbsp

düşünmemeyi düşünüyorum aralıksız. bunu bile düşünmeden yapamadığımı anlayınca, yıkılıyorum.

nedensiz gülmelerim, ölüme en yakın hissettiğimde oluyor ve aşık olduğumda. sokakta duvara, okulda sırama yazmam gereken şeyleri; yazamadıklarımı hatırlıyorum, utanıyorum kendimden, hem de çok...

"hiç düşünce", "hiç düşünce", "hiç düşünce" diyorum, koşar adımlarla yürürken; sesli bir şekilde. deli olduğumu düşünüyor yanından geçtiklerim... tüm rollerimi devrederken; başta sokakta yürüyen insan olmak üzere, sahneden çekiliyorum ve düşüyorum tarihin eşiğine, notumu...
“ ”

4 Nisan 2006

ve zaten hep sonuç

ve işte zaten; bu böyle uzar gider. lastik gibi; uzadıkça, uzar. ki ne zaman kopacağını, her an hissedecekmişçesine. ama yine de salakça bir umutla sınırlarını zorlarsın, elindeki her neyse, kopana değin...ve kopar... içinden pişmanlık benzeri bir şey, akıp gider...
ve zaten sonra, düşünürsün; yıkmak her zaman daha kolaydır diye.
kolay mı gerçekten her şey bu kadar?

ve hep cevapların içine düşülür, düşülen ıslı adanın, en ıssız yerinden.
ve zaten de ki; yalnızlık ne kadar mümkündür, en başta kendin denen lâvukla yaşamak zorunda olduğun sürece.

2 Nisan 2006

31 Mart 2006

allaklak bullaklak

bugün neler oldu bak şimdi. aslında kayda değer şeyler değil, shift+delete kombinasyonu. kombine tuş takımı aldım. aağryhh o değil be, kendine gel! metrodan indim, inerken sarı çizgiyi geçip geçmemek gibi bi tereddüt yaşadım. geçmek ya da geçmemek. işte tam o sırada ne olduysa hatırlamıyorum, silinmiş galba. galba gâvur ismi gibi. bi’şey icat etmiş gibi duruyor. avakado sayısı. galba anca bunu bulur zaten. yoldayım evet, erhan'ı gördüm! erhan'ı görünce bi an eyvah dedim. bu adamın benle bi işi vardı ama ne, demeden. naberol dedi. vayerhan dedim. ama benimki, onunki gibi olmadı. ve zaten boynu bükük başladığım görüşmenin ilk yirmi dakikası önemliydi di mi fatih hoca. ben golü yedim, sonrası zaten saldım kendimi. erhan’ın modemi sorunluymuş, ama ben satarken dedim, garantisi bozulana kadar diye. şaka sanmış. maç doksan dk, bir dk altmış saniye, altmış saniye bir dakika geliyo’m, top yuvarlak. modem geek. küpe ne renk? erkan kim lan. tamam. aptal olan serdar’dı. serdar hâlen aptal. bit. oh.

ben bugün sinir oldum!

çünkü o bir aptalsın. aptal! ürünün problemli olabilir. evet bırakalı yarım saat olmuş ve ben daha testlerini yapmadan nereden bilebilirim neresinde problem var, hangi parçasında sorun var? beni yarım saatlik bir zaman diliminde üç kere arıyorsun ve beşer dakika görüşüyorsun, ben senin ürününe ne zaman bakacağım zaten onbeş dakika seninle konuştuk, sen nasıl olur da ne alemde diye sorabilirsin. aptal! ve sorduğu soru “bu hep böyle sorun mu yapacak?”. peki bu ürün servise ilk kez mi geliyor? evet. aptal, ilk kez gelen bir ürün için bu soruyu nasıl sorabilirsin? ben nereden bilebilirim elektronik bir ürünün, ileride sorun çıkarıp çıkarmayacağını? aptal. aptal. aptal. aptal. benim gibi sakin ötesi bir adamı da sinirlendirdin. ama yok, ben zaten aptallara çabuk sinirlenirim. insanları severim, evet. ama aptal ve cahiller hariç. çünkü onlar kendilerini sevdiremezler, en azından bana! aptal, aptal, aptal, aptal.

çikosalatalı post

geçen akşam eti puf yedim. eti puflar yedim. üç tane eti puflar yedim. ama tiksinçlenme hormonları salgılar gibi bi’şey olacakke.., hayır hayır, olamaz. hemen gidip ağzımla midem arasında oluşan o tatlı kıvamın üstüne sıcak bi mercimek çorbası içtim, açtım, doğru, yum. n’olduysa aklıma geçmişte bazen takılan şeyler geldi, ama takılan şeylerin ne olduğunu hatırlayamadım. hatta bak, bu bence çok aptalca, büyüsem bile bunun mantıklı bi açıklaması olmaz diyebildiğim şeyler vardı şimdi hatırlayamadığım. o zamanlardan bi eti puf var. probis vardı çokoprense rakip sanardım. aman bırak be. zaten bizim evdeki buzdolabın içi, filmlerdeki gibi değil, ben buzdolabı olsam üzülürdüm. aslında şükretmeliyim, dolap olarak, insan olarak da, ama buzdolabı hiç çaktırmıyor. ayva yuva yapmış, buzdolabına.

27 Mart 2006

21 Mart 2006

sabah sabah seda sayan

şimdinin biraz öncesinde daha yoldaydım, metro kapısının hemen yanında sarı demire yaslanmışım, kocaman camdan seyreyliyorum; bir göğe bakıyorum, bir saate. tam bu sırada aklıma teknoloji kelimesi geldi. yokmuş numarası yaptım. hani lan metroda bi’şey yemek içmek yassahğtı. o kadar yazı astınız, kurallar bilmem ne bilin bunları okuyun ki yapmayın diye. ulan belediye, madem yasak hangi akla hizmet içeri ülker şeysi koydunuz, neyse açtım kapıyı. niye açmadın, yok be teknolojici’m duştaydım. ülker şeysinden paraları attı ve kola düşürdü, sabah saat dokuzda hem de. dokuz, 9. ama n’oldu, açtı kolayı ffışşççççhhr bunun gibi olmasa da benzer bi’şey oldu, istasyon kola ile sabah sabah. teknoloji yanlış kişilerin eline geçince dünyayı hep bi tehlike beklerdi filmlerde, kendimi bi an filmde sandım, işe de geç kaldım. poğaça alıp bunları yazarım artık.

çek ordan bi konyalı

her yiğit’in bir yoğurt yiyişi varsa her yoğurdun bir yiğit tarafından yiyilişi olmalı. evet bizim yiğit yoğurt yemez belki ama mert tam bir yiğit hastası, bi de yoğurt. yoğurda sormuşlar, yiğit’im aslanım nerede yatıyor? ha! nerde. yok. hem aslan yattığı yerden belli olur. mmm ne diyordum ben ey rtük gençliği, heh, elinizi vicdanınıza koyun ulan; hiçbir sütaş, yörsandan daha eker olamaz.

20 Mart 2006

vurgu

şimdi benim aslında demek istediğim şey, söyle çok karışık bi’şey gibi olsa da değil gibi. nasıl mı? şöyle şimdi. bu noktada vurgulamak istediğim bi vurgu var, misal; vurgu. ne demek vurgu, konuşurken altını çizmek isteyip de çizemediğin sözcüğün üzerinde zıplamak ses yapmak, lan demek, ezmek, geçmek. işte, vurgu, şimdi buradaydı. benim beş tane meyil adresim var. hâlbuki ben, sadece mail adresinizi sormuştum lan beyefendi. hah. tamam. vurgu yedim bugün. çok pis. işi bırakmaya karar verebilirim. annemi aramak istiyorum. sevigiliyorum.

sevgi'lik...

içimdeki neşe pıtırcıkları; pıtır pıtır, pat pat. negzel, negzel, oy. kendimi, çok bi pek keyifli gibi. ben seni falan seviyorum. çok. boş boş gülüyorum, bardağın dolu tarafından, koala içilmez evet. hayvan! terli terli su içmiyorum, hem benim evde terliğim falan yoktur. bulduğum zaman giyerim birini, ev orası, ben yaşıyorum orda anne baba var aile diye bi’şey var lan; benim, senin olmaz. ben seni severken evde olduğum kadar rahatım, işte olduğum kadar rahat olmaz seni. sevmek. batar. titanic bile. ben kimim, batmam, denize girmem, kahveye gitmem, içki içmem, açık çayı severim ama sigaram var, yak bi tane. ben senin beni sevebilme ihtimalini n’apim, zaten o kısmı geçtim. oh mis hayat böyle güzel. hani hep o ilk heyecan… bırak onlar yok, bahsetmeyin onlardan, vahşetmeyin. hem kral tv, cumhuriyet’e ters. babadan oğla genetik, gene tik. tık, tık, kalbim ayh çok falan seni ben, sevgi.

19 Mart 2006

bi'şeylik

formula var ooo’lum, izleyelim kaçmazmış. neyine senin formula lan, vızır vızır geçiyolar aynı yerde büsürükere geçip geçip geçiyo’lar. bırakın bunları, bırakın kumandayı hem o nasıbispor, ne sporu top nerde, topsuz spor olmaz. spor dediğin ortada bi top olur elle ayakla falan vurursun, çalım falan, turnike. ferrarispor. bi amca vardı salakspor derdi hep, kızınca. çok da kızmazdı. bunun bi de kızı vardı. o şimdi asker karısıdını. ben de oturmuş yazıyorum, aslında tam da oturmuş gibi değilim, gibi gibi değilim. kumanda elimdeydi, kendime geldiğimde, sürekli bir p+ tuşuna basma eylemi içerisindeymişim, ben biyişistiyorum. fifa 2006 oynarken ağzını çok fazla yamultan bi arkadaşım var, onu yendim. of ne guzel çaktım böyle bir paslar bir paslar, ağlarsa anam ağlar. oyunlarda ronaldinho için ayrı bi’şey yapmaları öyle hemen topu kaybetmemeli, ona geldimi; klavye parmaklarımı tuşlara çekmeli, bi reklamda vardı kadını markete reyona çeken bi temizlik şeysi heh onun gibi bi farkı yok, var tuş farkı. iş, güç, ekmek, uyku, erken, pazartesi tam bir iğrenç.

öyleyşte

geçen zamanın birinin bi gününde ben ve dişlerim ve beraber, biz. bazıları yok, terk ettiler beni. bunu bana nasıl yaparsınız, bazınız. ben bunu hak etmedim. ağzım bozuk o sebeple. koltuğa oturdum yok uzandım, dişçi işe koyulacakken, oraya yapmayın lan yok lan amca dedim n’apıyorsun korkuyorum falan. evladım dedi, taam bey amca demedim. sırayı bozdu. senin dişlerinden önce kulağını çekmeli dedi. üç kat vada, ayh! o değil de ben son zamanlarda, son zamanlarda ne demek lan. salak! her salaklığın arkasında başarılı bir bi’şeyler gizlidir, elma, armut, kurt, çık, git. dağılın.

12 Mart 2006

az-kere gidenlere

nisan 1 gelir. bir varlık yok olmaya gider. kısa veya uzun çöplerden birini çekerek, sürülecek haritada; o yandan, bu yana. ağaçlara ve kuşlara selam verecek. ve şafak denen o türküyü söyleyecek. bu yıl nisanı hiç sevmeyeceğim. tıp ki: gelmiş ama geçmemiş tüm nisanlar gibi...

eksik

sana giden yollarım kapalı oysa, hiç olmadığı kadar. ve bir yenidoğan telaşı avuçlarımda. karlar yürüyor üzerime...
içimde sakladığım, taşarken dışıma; bakamıyordum gözlerine ve ellerini arıyordum, dokunmalara inat.
ve dokunabilmek her bir hücrene, bir, bir; birdir bir.
neden sonra düşündüm. düşündüm durdum. durdukça daha fazla düşündüm; zincirleme soruları bağlarken birbirine ve benliğime. bir cevap düştü zihnime:
gerekli olan sendin, fazlalık sensizlik.

10 Mart 2006

çürük

bir şeyleri devamlı istemek, istediğin şeyin ne olduğunu bilmemek, istediğini zannettiğin şeylerin ihtiyacını gidermemesi... ve kalkarsın ayağa deli divane odada dolaşırsın. sebepsizce. göğsünde kalbinin doldurduğu boşlukta bir sancı. sonuç...
ve
sebepler ve sonuçlar karışmış birdenbire... bir kısır döngüle-ş-meler silsilesi... bir çemberin içindesin işte, merkezinden eşit uzaklıkta yalnızlıklara koşan... bir teğeti arar durursun seni çıkaracak...
ve
aram açılıyor; zamanla, bir türlü çözümlenemeyen o hain cellatla savaşıyorum belki de, bile bile yenilgiyi…

?

nedenler mi diyorduk yenilgilerimize... aldanışlar sarmışken dört bir yanımızı... uçurumlar mı çağırıyordu iflas etmiş bedenimizi... yoksa yitirilen düşlerimiz mi koşuyordu ardımızdan...

8 Mart 2006

sıradaki

sigara küllükte unutulunca, beep sesi çıkaran küllükler üretilsin. yeter ulan!

yok be insan işte

insanım işte acıkıyorum, yemek yiyiyiyorum. üzerime dökebiliyorum. hem de çok güzel döküyorum. komik oluyo-r. evet ben de tv izliyorum evde var bi tane, yastığa başımı koyuyorum bugün yağmurluydu, bugün çarşambaydı. bazen anlamıyorum evet kafam basmıyor bazen, marş var bi de. de var bir de. klavye tuşlarına basarken hem yazı hem ses çıkıyor. ses yazı gibi değil. çıkar ama. duyuyuyuyorum. hay allah. canım falan sıkkın sigara filan içiyiyiyorum. sonra oluyor, öncesi de luyor. buzdolabının kapağısını açıyorum bazen zor açılıyor. içecek bişey bulamadığım oluyor, mutfağa giderken kendimden emin olamıyorum. ne istediğini bil'lerden değil bu gidiş. akşamları çok anlayışlıyım. ama yağmurlu akşamlar'ı, çarşamba. bi de perşembe var. ardışık günler var asal günler, kendimden başka hiçbir şeye yok ımm dur. uzun süredir yazmamışım kendimi sanki-lim. öyle bi'şey hissettim. bak iyimiş böyle dağıtmak ulen bırak dağıtacaksın, yav bırak dedim san-ğ-a. sen git ben ilgileniriririm.

heh kalsın öyle!
söyle

7 Mart 2006

uğramalar

“zaman” gelir; bütün isteklerin kırılır, hiçbir şey zevk vermez olur. aklında hep bir şeyler vardır ve zaten bir o kadar da hiçbir şey yoktur. aslında bir şeylerdir sebepleri, ama işte o bir şeyler o kadar küçüktürler ve o kadar da çokturlar ki, etrafta umutsuz bir aptal gibi dolanırsın. hey sen! umutsuz vakâ. kendini ezersin, ezer geçersin. delip gidersin ve hırpalarsın. boş boş bakarsın. baktıkça boş’lanır görüntüler ve silinir boşluktan. düşer maske, maskeler. o boşlukta seyrederken gözlerin, ayna çıkar karşına ve “sen ayak uyduramamışsındır”ı gösterir, sana… ve böyle sürüp gider, maske’ler giyilene kadar. sonra görüşürüz denir ve zaten bir gün gelir yine uğranır o “zaman”a… ve şimdi ben orada, maskemi arıyorum…

5 Mart 2006

gidiş

ne
içindi gidişler;
ki
giderken en çok
bir şeyler gelirdi
peşinden

ve
gittiğini sanarken,
her savruluşunda
geceden,
her seferinde
o anlamsız zamana
düşerken,
döneceksin her
an

ve
giderken en çok
bir şeyler gelecek
peşinden

4 Mart 2006

sö(e)yle'm

bu zaman kadar her şey söylenmiş; söylenmemişleri ararken, söylenenleri okuduğumuzdan, söylenmemişleri bulup söyleyecek kadar zamanımız ve aklımız kalmıyor!

ve

her şey saat 10’da uyanmamla başladı. şimdi devam ediyor…

2 Mart 2006

4-ever ebe/sobe

evet sayın seyirciler. sayın olan sana diyorum.

yaptığım dört iş;
amelelik yapıyorum ben.
-cnc tezgah, torna
-serigrafik baskı, arma
-kartvizit tasarımı
-satış temsilcisi (bilg.)
-teknik destek, network proje

dört film veya dizi;
-suda yaşam
-before sunrise
-daima lilya
-run lola run

yaşadığım dört yer;
bursa – artvin - istanbul – ısparta - bursa

izlediğim dört tv programı;
denk gelirsem; x-files, avrupa yakası, haberler, reklamlar

tatil için gittiğim dört yer;
o kadar düşündüm tatille işim olmadığını anladım.
akşam işten çıkmak bir tatil gibi sanki…

en sevdiğim dört yemek;
pirinç pilavı, zeytinyağlı dolma, mantı, süt helva
yapan olsa da yesek

hemen şimdi olmak istediğim dört yer;
hemen şimdi dört yerde birden nasıl olunacak. soru iptal edilsin.

ebelenecek dört kişi aranmaktadır;
sordum soruşturdum kalmamış :)

1 Mart 2006

birinci bölüm

uyan git çalış gel, bazen uyanmadan git. işte git gel. evet normal ki. yok yok bazen normal değil. bir zaman sonra kendine sorular sorup ve yine çalışmak’tan dolayı diye sonuçlanan o garip hislerin yaşandığı dönemler her şeyden sıyrılıp gitme düşüncesi ama bir yandan da yaşayabilmek için gerekli olan maddi sebepler derken o da ne? ne, ne? alışırsın olum bunlara. hep o kızdığımız büyükler gibi olmaya başlanılan evrim dönemidir işte geçer arada bir tutar bu eski hâller, sonra düzelir. evet evet düzeliyor, düzelince de o kapitalist rejimin içinde bal tutan parmağını yalar oluyorsun, yok o değil de dünyada altı-yedi milyar insan yaşıyor. evet içlerinde de hiç bindokuzyüzbir'den önce doğmuş olan yok. olsa da ne yazar, yok yazalım devamsızlıktan kalsın. 2100 yılı 1 ocak günü cuma’ya denk geliyor. birileri albüm yapıyor heyo. dinle dinle, biri daha albüm yapmış, dinle. aa bunlar hep yapıyor vay be! tv de yeni dizi varmış, benim de olsun bi dizim, aslında dizim var, iki tane. ama ağrıyor onlar. romatizma diyorum ben. insanlar 23 yaşına kadar büyür 23 yaşından duraklama dönemi geçirir ve 23 ten sonra yaşlanmaya başlarmış. dizlerim olayı aceleye getiriyorlar. neyse oldu bir kere, dişlerim dökülüyor olum, sen ne diyosun, bal tutan parmak yalar. ama yanlış parmağı yalıyon salak! ben bal sevmem. internet üzerinden akıp giden lojik bir hayat benimki. 0,1 ler akıyor damarladımda. kesiyorum, bağlantı kopuyor. erol okula git, bitir olum bitir. çalış lan çalış. sigara yak. tamam yakıyorum. yaktım! ve sürekli aynı dertlerden bahsedilen konuşmalar yapıyorsan hayatında, sen bu yolun yolcususundur. kalkıyoruz bir iki, bir iki...

28 Şubat 2006

ne kadar kaldı

gelecekte bir gün,
belki biraz sonra
seni hapse atacaklar
ve
hiç anlamadığın
bilmediğin bir anda
bulunduğun yerden tepene
etrafı çevrili
bir beton yığını
inecek,
ve sen içeride
nefes almakta zorlanacaksın
şimdilik sana
eyvallah.
ve şimdi sen
devam et
kaldığın yerden…

26 Şubat 2006

acı'yan can

kapı ardında sensizliğin sessizliği, aklımdan geçen ve gözümün önünde canlanan bir kaç saat öncesine ait keyifli zaman dilimi. cebimden düşen özlemler baktığım yerlere saçılırken ben yağmur’a eşlik ediyorum, tane tane akan gözyaşlarımla. aklımızdan geçen korkularımız dilimizden dökülünce hüzün ele geçirdi zamanlarımızı. biraz sonra ayrılacak eller vardı, göz göze her gelişimizde buluşan ellerimiz ve motor ürküttü ruhumu, araç hareket edince götürdü her şeyimi, sen zaten her şeydin, bende. belki sıradan bir yolcuydun herkes için, gözünde akmakta zorlanan gözyaşların kondu gözyaşımın üstüne ve ben. ne istediğimi bilememiş gibi, dünyaya yeni gelmiş kocaman bir bebek gibi, etrafımdaki her şeyin anlamsızlığında kayboldum, kayboluşlarımız vardı aynı zaman diliminde, buluştuğumuz düşünceler vardı biz’e dair; bir başka zaman-mekan paradoksunda. kapıyı kapayıp ardımı döndüğümde ben, sen ve biz’ait bir üçlemenin tadına bakacaktım, elimde sigara, fonda sensizlik imkansız.

insan dilesin ve eğer gerçekten güzel olacak ise mutlaka güzellik yolu açılır.

20 Şubat 2006

isteyen'e bateri elektrogitar, saz, az, yaz....

çoğunluğun yaptığı doğru olmayabilir. senin gözüne güzel görünen, güzel olmayabilir. bunlara itiraz ediyorsan neden hâlen daha aynı çemberin etrafını turluyorsun neden hep keşkelerin çok. özgürlük diye bir şey yok. adı güzel görünüyor özgürlük, ama yok öyle bir şey. dünya üzerinde hiç kimse yok bir sen varsın. al sana özgürlük, nereye kadar. kibirli olmanın başlangıç basamakları olabilir çok dikkat etmeli insan. kimsenin kimseye tahammülü kalmadığı bir garip demokrasi altında ezilen, dünya içine yerleşmiş kapitalist sistemin aşıladığı tek dozluk özgürlük iğnesi, sürekli bi muhtaçlık, zararlı bir madde olsa gerek ha! acaba bu çark içerisindeki hangi dişlinin arasında eziliyorsun da farkında değilsin, öyle bir zeytinyağı üslubuyla okşuyorlar ki gururunu, dolup dolup taşıyor, bedeninden farklılık akıyor, sanıyorsun, aslında akan şey bir kir üzerinden, teninin rengine bürünmüştür belki de. sen şimdi bir avuç toprak al eline de, bedenine sürüver, bir temizlik olsun; kendinden…
bunları sana demedim. demiş bulundum, bana. ama kendime değil.

akaduran

ellerini tuttuğumda dolmaya başlayan iki boşluk vardı, bulmacamda. biri senin yerleşmenle dolarken, diğeri; seninle yaşayıp, konuştukça doluyordu. ve artık o boşluklar dolunca ortaya çıkan sonuç ikimizin de eşitliğinin sağında duruyordu ve ikisi de eşitti; birbirine, birbirimize, biz’e.
ve artık boşluksuz yaşam olağanlaşmaya başladığında; bir kez daha anlıyordum eşittir’in kıymetini. ve ellerinden uzak kaldıkça bile, dolan boşlukların huzuru var etrafımda… ve artık hayatlarımızın kesiştiği noktada devam eden bir hayat, iki kişilik tek hayat...
ve zaman akıp giderken,
sayarken kalanı
bize çaktırmadan
ve şimdi
ellerini tuttuğumda
unuttuğum şeydi
zaman…

biz'iz

sona
giderken
beraber
yürüdüğümüz
yoldu
ışığımız
ve
seni bana
beni sana
bağlayan
ve
şimdi
çıkagelen
biraz sen
biraz ben

16 Şubat 2006

heyhat

ne gördünüz ki benden
bir çift laf mı
edilen
bir kelime, cümlemi
yoksa kurulan
neden
sorusu zordur
cevap için
kendine yenik düştüğün
ya da düşeceğin an’dır
cevaplanacağı zaman
kendini ezerek bir
yalan altında,
ya da
kandırmaca.
ya konuş
ya da
dön ve bak
aynaya,
ağla.
ma.

yol

bir yol bulduk,
sürekli geçtiğimiz
üzerinden, şimdi
farkettiğimiz
ve biliyoruz ki,
biliyoruz biz ki,
biz'i,
beraber

14 Şubat 2006

ebedâ

insan sıkıldı. biz artık çamura muhtacız. bir elimizde toprak diğerinde su. kimi zamanlarım, kime zamanlarım, ansızın. apansız uçuşlarım, uçurtmalarım, yükselişleri, taşmış sessizliğim, çakılmış yutkunmalarla, sayıklamalardan çıkıp yolda yürümek gözünü ileri dikmek ve ne yazık ki, görememek. ben de hepsinden biriyim. herhangi birinin hepsisinin içindeyim. ve bırak beni ben, onca ben gibi herkesten biraz sen, ayrıl. artık ne istiyorsan onu al harflerimi al harflerin yap, ona göre anla, gözlerin ileri bakıyor mu, sen miydin düşen, o uçurtmadan. yok, yok sen de sıkıldın. biz artık gitmeliyiz, yükümüz artmadan, en doğru zamanda gitmeliyiz, tedirgin rüzgar mı esti? sen rüzgarı yanlış anladın.

13 Şubat 2006

ötürü

ben hiç soğuklardan bahsetmemişim. gelmedi sıcaklar gitti. gelememiş olabilir, arasak mı? yok arama illa gelecek. kapatalım. kapı önünde sigara içmek zor iş. yaptığım şey’in karşılığında para almıyor olabilirim. neyi değiştirir ki, soğukta sigara içmek zor. oda soğuk, mausu kullanan elim çok üşüyor. ağzı olsa küfür edebilir virgül bana. sırf ağzı olmadığı için bu işkence yapılmaz, lâl olanları düşün. bir taraf tutmalısın, ya orası ya burası, ya negafit ol ya pozitif ne o öyle sıfır gibi. durma sıfır gibi, ne gribi! offf tamam soğuk buz gibi, çok, sıfır, sırf, song the say goodbye

12 Şubat 2006

tad'ımlık nef(i)s

Yolun ardında bir ölü, ölünün ardında kalan onlarca yaralı, yaralıların ardında kalabalık, kalabalığın yanında ormanlık, ormanlığın ardında şehir, şehrin içinde kalabalık, kalabalığın içinde bir ev, evin içinde bir kadın, kadının ardında bir telefon, telefonun ardında ses, sesin ardında bir hüzün, hüznün arkasında bir haber, haberin arkasında bir acı, kadının beyninde geçmiş, gözlerinde donukluk, gözlerinin önünde kapı, kapının ardında şehir, sehir soğuk, soğuk beden, aklında kırıntılar, dillerden dökülenler, sıcak bedenler, yavaş yavaş dağılanlar, sırasını bilmeyenler, olmaması gerekenler, bilinenler, bilinemeyenler, nedenler, gerçekler, doğrular, ormanlığın yanında bir yol, yol ardında tek çıkış, dönüşün ardında şehir, şehrin ardında kalabalık, kalabalık içinde bir ben, ya da sen, ya da biz ya da hepimiz, ya da ne farkeder ki, ha sen ha ben...

7 Şubat 2006

maznunîn

gittiğinde çok erkendi vakit nakittir demişti gitme diye sana bir hediye ve şimdi ardında bırakılan düşer yere doğru söyle acı çekiyordu ipi kendine baktı aynada göremedi ardını ve sen çıkageldin kapı kapandı artık gitme ve ben bu noktadan sonra yeni bir cümle aydan adam düştü gökten inmedi zembille kalbime soğuk işlemiş el işi göz nuru bir aydınlık esti yüzüme bulaştı elime eteğime ben oturdum ışığı bekledim son duraktan öteye açtım, avuçlarımı bakakaldım soldan sağa şimdi böyle an’lamlı kaybolmuş dizelerim harf harf dökülüp kabuğuna çekilmekte...

5 Şubat 2006

kaçış

yalandı yarın, bugünde dururken
ve bugün’üm dün’e çıkarken
yalandı dün’lerim.
dün’üm yarın’ımla kesişirken.
bugün’lerim dün olup
yarın’ımla çarpışırken,
yalandı.
ve zaten sadece
güneş doğup batardı.

ve zaten yaşam bu;
dün’de kalıp yarın’a dalmak; bugünü yaşayamamak.
önceki ve sonraki sayfalarda dolaşmak.
dün dediğin geçmişin de bugün olduğunu kavrayamamak.
yarın’larını da dün’e doğru atmak.
yarın’sız kalmak ve bugün’ünü unutmak.
ve zaten her bugün;
biraz dün’den,
biraz yarın’dan
ölmek.


ve
böyle devam et,
biriktir dünlerini...
ve
elbet bir gün
olmayacak yarın'ın...
ve
yaşayamadığın bugün'ünde
ölüm gelip, seni bulur...

4 Şubat 2006

dönüm ?

bir avuç topraksın
topraksın
avucun kadar
savrulursun her seferinde
noktalara uğrarsın.
noktaların dönümdür
ölümü bulmak adına
birkaç dönüm
topraksın
döner durursun
noktanın etrafında
döndükçe noktan
noktalar olur
her dönümde
bir ölüm
her ölüm de
bir dönümdür
döner durursun
öldükçe durursun
ölünce dönersin
bir avuç topraksın
avucun kadar
döndükçe dönüme
dönünce ölüme
nokta

27 Ocak 2006

sessiz'liklerimiz

düşer
dökülemeyenler
dilden

daha fazla dayanmaz bu,
yalan bu.

yolum uzun yolum ince
düşünürken biliyordum
bildiğim hâlde
yitiriyordum.

oysa tüm lâkin, fakat ve hatta
ve –larının
aynı sonlu sona koştuğu
ışık hızında bir acı çöküyordu
içime, içten içe…
ve senin çıktığın o kapıdan
apan’sız bir yalnızlık giriyordu
benim oluyordu, yalnızlığın

sesini yitiren o aşk
gideceksen bekleme diyordu
ve dönüp gidiyordu, süzülüyor
kuş oluyordu,
gitmişti
ne garip.

tüm anılar kanatlanmış, sensizliğe
ve yinelenen, yine’ler
yine mi sabaha varacaktık!
yine mi o kör aydınlığa!
usanmadan arayıp dururken sendeki benimi
yitirdim uzantısız ve zamansız ellerimi
yitirdim kuşlara attığım ekmeklerimi
yitirdim seni'n bendeki sesini…

19 Ocak 2006

ihti'-yat-'yaç

şimdi bir taş lazım
deliyi divaneye
dönüştürecek
evirecek çevirecek
çekip devirecek
istedikçe verecek
verdikçe tüketecek,
öbek öbek ecek
gelecek

bu fırtına nerden gelir
sonra...
sendekileri neden ele verir
bir bir
o bizim duyduğumuz
lir lir
hem bu ne biçim şiir
evirir çevirir
her ama hep devirir

dündü zaman, hiç
unutmuyorum
o taş; bu fırtınada
şu deli, o taşla
vurdu kendini
ve tüm benliğini
soydu çırılçıplak
bu, şu, o, idi teni
baştan ayağa
kendi ve beni
savaşmıştı

hep unutuyorum
hiç öğrenmediklerimi...

17 Ocak 2006

mor ışık

düşer bilirim ışık
her ne kadar olmasa da; şık
şıp şıp damlar beyne
düşünce, düşler...
insan işte,
ilk ve en son tahlilde

bazen uzaktır,
yarınlar dünden
ve anlarsın bugünden
tüm dönüşlerin kıyısında
kendinedir isyanın
içindeki devrim adına
adı aşk
zehir olsa da tadı



_

kalan sağlar adına!

8 Ocak 2006

hediye'm

içimde asılı duran, dumanlı gölgem
gözlerim kapalı, gölgem delik deşik
ardında kalan, bilincim yitik
yarı uykuda, diğer yarısı olmayan
bir yalandı sadece karaladıklarım
gölgemi elime alana
ve kapına bırakana değin...

bir tutam; tutam

soğuk bir heyecan yaşadın mı? bunu sorduğumda, sadece soğuk bir ifade takıldı ve eli ceplerinde. yüzü sadece şu an evet der gibiydi. sonrası yine yanyana yürümek ve konuşmak oldu. yolu yürümek, konuşmayı sürdürmenin bir parçası. ve o parça ayaklarımızın altında ezilip kayboluyordu. durdum, ayakkabılarımı çıkardım. hissetmek ne yolu ne toprağı arasında kalanları, canımızı acıtacakları...

yol'suz dönüş

bir yol ve öncesi, durdugun yer; sonrası için ayrım ve adım attıkça, sonrası; bir bir öncesi ve her öncesi senin geri dönüp bakmaların. ve her anlam; öncesinden geldiğin noktadır. bulunduğun yerde aradığın anlam; zaten arayış olandır. arayış eşittir anlam. ve senin anlamın arayış, bulunduğun nokta ve yürüyeceğin sonrası, ve her önce’sine katılan sonra’sı. ve asla nokta, -larsız olmaz, kesişir, devinim. yürümek ve yol. yol ve sonrası, yol ve öncesi, ayrım ve sen ve noktaların ve dinlenişlerin ve gidişlerin ve yolda asla olmayan şey; geri dönüş - ler!

1 Ocak 2006

git'me

gözlerim acımaya başladığında, bir rüzgar buldum kendime; acıyı unutacak kadar hızlı esen. yılların hızlı, günlerin yavaş aktığı, dengesiz bir akıntı içinde, titremeler sardı; içimde başlayıp dışımda süreduran.. ve şimdi, sadece kapı ardında çökmüş bir ifade, ellerimin arasında, kapalı avuçlarımda... ellerimi bırakıp gittim, kapı kapandı, açamaz oldum.

bağlıyoruz, hoooop...

günlük yazalım, evet. yok ben tekim, yazayım demeliydim. tek’im derken, yok benim gibisi anlamında değil. değil derken, ikizim de yok bu arada. bu arada derken, herhangi bir ara olmadı aslında. aslında derken. tamam uzatma. uzatma derken... sene bitti de, yoğun olan dönemi bitirmiş olduk, devir işlemleri, sayımlar, haticeler neticelendi. yıl biterken çok süründürdü. ama bunların hepsi aynı, bak gör. neyse güzel blogum, here comes a city hediye ediyorum sana, bu yıl seni buldum, ya da sen beni. ne farkeder ki. hadi bakalım bayram, gel artık. bitti. bitti derken...

yıl olmuş kaç, sen hala ne?

bir alttaki yazı ile bu yazı arasında 15 seneden fazla zaman var. neredeyse 6000 gün. altıbin adet doğmalı batmalı gün. hepsi de adrese tesl...