31 Mart 2006

allaklak bullaklak

bugün neler oldu bak şimdi. aslında kayda değer şeyler değil, shift+delete kombinasyonu. kombine tuş takımı aldım. aağryhh o değil be, kendine gel! metrodan indim, inerken sarı çizgiyi geçip geçmemek gibi bi tereddüt yaşadım. geçmek ya da geçmemek. işte tam o sırada ne olduysa hatırlamıyorum, silinmiş galba. galba gâvur ismi gibi. bi’şey icat etmiş gibi duruyor. avakado sayısı. galba anca bunu bulur zaten. yoldayım evet, erhan'ı gördüm! erhan'ı görünce bi an eyvah dedim. bu adamın benle bi işi vardı ama ne, demeden. naberol dedi. vayerhan dedim. ama benimki, onunki gibi olmadı. ve zaten boynu bükük başladığım görüşmenin ilk yirmi dakikası önemliydi di mi fatih hoca. ben golü yedim, sonrası zaten saldım kendimi. erhan’ın modemi sorunluymuş, ama ben satarken dedim, garantisi bozulana kadar diye. şaka sanmış. maç doksan dk, bir dk altmış saniye, altmış saniye bir dakika geliyo’m, top yuvarlak. modem geek. küpe ne renk? erkan kim lan. tamam. aptal olan serdar’dı. serdar hâlen aptal. bit. oh.

ben bugün sinir oldum!

çünkü o bir aptalsın. aptal! ürünün problemli olabilir. evet bırakalı yarım saat olmuş ve ben daha testlerini yapmadan nereden bilebilirim neresinde problem var, hangi parçasında sorun var? beni yarım saatlik bir zaman diliminde üç kere arıyorsun ve beşer dakika görüşüyorsun, ben senin ürününe ne zaman bakacağım zaten onbeş dakika seninle konuştuk, sen nasıl olur da ne alemde diye sorabilirsin. aptal! ve sorduğu soru “bu hep böyle sorun mu yapacak?”. peki bu ürün servise ilk kez mi geliyor? evet. aptal, ilk kez gelen bir ürün için bu soruyu nasıl sorabilirsin? ben nereden bilebilirim elektronik bir ürünün, ileride sorun çıkarıp çıkarmayacağını? aptal. aptal. aptal. aptal. benim gibi sakin ötesi bir adamı da sinirlendirdin. ama yok, ben zaten aptallara çabuk sinirlenirim. insanları severim, evet. ama aptal ve cahiller hariç. çünkü onlar kendilerini sevdiremezler, en azından bana! aptal, aptal, aptal, aptal.

çikosalatalı post

geçen akşam eti puf yedim. eti puflar yedim. üç tane eti puflar yedim. ama tiksinçlenme hormonları salgılar gibi bi’şey olacakke.., hayır hayır, olamaz. hemen gidip ağzımla midem arasında oluşan o tatlı kıvamın üstüne sıcak bi mercimek çorbası içtim, açtım, doğru, yum. n’olduysa aklıma geçmişte bazen takılan şeyler geldi, ama takılan şeylerin ne olduğunu hatırlayamadım. hatta bak, bu bence çok aptalca, büyüsem bile bunun mantıklı bi açıklaması olmaz diyebildiğim şeyler vardı şimdi hatırlayamadığım. o zamanlardan bi eti puf var. probis vardı çokoprense rakip sanardım. aman bırak be. zaten bizim evdeki buzdolabın içi, filmlerdeki gibi değil, ben buzdolabı olsam üzülürdüm. aslında şükretmeliyim, dolap olarak, insan olarak da, ama buzdolabı hiç çaktırmıyor. ayva yuva yapmış, buzdolabına.

27 Mart 2006

21 Mart 2006

sabah sabah seda sayan

şimdinin biraz öncesinde daha yoldaydım, metro kapısının hemen yanında sarı demire yaslanmışım, kocaman camdan seyreyliyorum; bir göğe bakıyorum, bir saate. tam bu sırada aklıma teknoloji kelimesi geldi. yokmuş numarası yaptım. hani lan metroda bi’şey yemek içmek yassahğtı. o kadar yazı astınız, kurallar bilmem ne bilin bunları okuyun ki yapmayın diye. ulan belediye, madem yasak hangi akla hizmet içeri ülker şeysi koydunuz, neyse açtım kapıyı. niye açmadın, yok be teknolojici’m duştaydım. ülker şeysinden paraları attı ve kola düşürdü, sabah saat dokuzda hem de. dokuz, 9. ama n’oldu, açtı kolayı ffışşççççhhr bunun gibi olmasa da benzer bi’şey oldu, istasyon kola ile sabah sabah. teknoloji yanlış kişilerin eline geçince dünyayı hep bi tehlike beklerdi filmlerde, kendimi bi an filmde sandım, işe de geç kaldım. poğaça alıp bunları yazarım artık.

çek ordan bi konyalı

her yiğit’in bir yoğurt yiyişi varsa her yoğurdun bir yiğit tarafından yiyilişi olmalı. evet bizim yiğit yoğurt yemez belki ama mert tam bir yiğit hastası, bi de yoğurt. yoğurda sormuşlar, yiğit’im aslanım nerede yatıyor? ha! nerde. yok. hem aslan yattığı yerden belli olur. mmm ne diyordum ben ey rtük gençliği, heh, elinizi vicdanınıza koyun ulan; hiçbir sütaş, yörsandan daha eker olamaz.

20 Mart 2006

vurgu

şimdi benim aslında demek istediğim şey, söyle çok karışık bi’şey gibi olsa da değil gibi. nasıl mı? şöyle şimdi. bu noktada vurgulamak istediğim bi vurgu var, misal; vurgu. ne demek vurgu, konuşurken altını çizmek isteyip de çizemediğin sözcüğün üzerinde zıplamak ses yapmak, lan demek, ezmek, geçmek. işte, vurgu, şimdi buradaydı. benim beş tane meyil adresim var. hâlbuki ben, sadece mail adresinizi sormuştum lan beyefendi. hah. tamam. vurgu yedim bugün. çok pis. işi bırakmaya karar verebilirim. annemi aramak istiyorum. sevigiliyorum.

sevgi'lik...

içimdeki neşe pıtırcıkları; pıtır pıtır, pat pat. negzel, negzel, oy. kendimi, çok bi pek keyifli gibi. ben seni falan seviyorum. çok. boş boş gülüyorum, bardağın dolu tarafından, koala içilmez evet. hayvan! terli terli su içmiyorum, hem benim evde terliğim falan yoktur. bulduğum zaman giyerim birini, ev orası, ben yaşıyorum orda anne baba var aile diye bi’şey var lan; benim, senin olmaz. ben seni severken evde olduğum kadar rahatım, işte olduğum kadar rahat olmaz seni. sevmek. batar. titanic bile. ben kimim, batmam, denize girmem, kahveye gitmem, içki içmem, açık çayı severim ama sigaram var, yak bi tane. ben senin beni sevebilme ihtimalini n’apim, zaten o kısmı geçtim. oh mis hayat böyle güzel. hani hep o ilk heyecan… bırak onlar yok, bahsetmeyin onlardan, vahşetmeyin. hem kral tv, cumhuriyet’e ters. babadan oğla genetik, gene tik. tık, tık, kalbim ayh çok falan seni ben, sevgi.

19 Mart 2006

bi'şeylik

formula var ooo’lum, izleyelim kaçmazmış. neyine senin formula lan, vızır vızır geçiyolar aynı yerde büsürükere geçip geçip geçiyo’lar. bırakın bunları, bırakın kumandayı hem o nasıbispor, ne sporu top nerde, topsuz spor olmaz. spor dediğin ortada bi top olur elle ayakla falan vurursun, çalım falan, turnike. ferrarispor. bi amca vardı salakspor derdi hep, kızınca. çok da kızmazdı. bunun bi de kızı vardı. o şimdi asker karısıdını. ben de oturmuş yazıyorum, aslında tam da oturmuş gibi değilim, gibi gibi değilim. kumanda elimdeydi, kendime geldiğimde, sürekli bir p+ tuşuna basma eylemi içerisindeymişim, ben biyişistiyorum. fifa 2006 oynarken ağzını çok fazla yamultan bi arkadaşım var, onu yendim. of ne guzel çaktım böyle bir paslar bir paslar, ağlarsa anam ağlar. oyunlarda ronaldinho için ayrı bi’şey yapmaları öyle hemen topu kaybetmemeli, ona geldimi; klavye parmaklarımı tuşlara çekmeli, bi reklamda vardı kadını markete reyona çeken bi temizlik şeysi heh onun gibi bi farkı yok, var tuş farkı. iş, güç, ekmek, uyku, erken, pazartesi tam bir iğrenç.

öyleyşte

geçen zamanın birinin bi gününde ben ve dişlerim ve beraber, biz. bazıları yok, terk ettiler beni. bunu bana nasıl yaparsınız, bazınız. ben bunu hak etmedim. ağzım bozuk o sebeple. koltuğa oturdum yok uzandım, dişçi işe koyulacakken, oraya yapmayın lan yok lan amca dedim n’apıyorsun korkuyorum falan. evladım dedi, taam bey amca demedim. sırayı bozdu. senin dişlerinden önce kulağını çekmeli dedi. üç kat vada, ayh! o değil de ben son zamanlarda, son zamanlarda ne demek lan. salak! her salaklığın arkasında başarılı bir bi’şeyler gizlidir, elma, armut, kurt, çık, git. dağılın.

12 Mart 2006

az-kere gidenlere

nisan 1 gelir. bir varlık yok olmaya gider. kısa veya uzun çöplerden birini çekerek, sürülecek haritada; o yandan, bu yana. ağaçlara ve kuşlara selam verecek. ve şafak denen o türküyü söyleyecek. bu yıl nisanı hiç sevmeyeceğim. tıp ki: gelmiş ama geçmemiş tüm nisanlar gibi...

eksik

sana giden yollarım kapalı oysa, hiç olmadığı kadar. ve bir yenidoğan telaşı avuçlarımda. karlar yürüyor üzerime...
içimde sakladığım, taşarken dışıma; bakamıyordum gözlerine ve ellerini arıyordum, dokunmalara inat.
ve dokunabilmek her bir hücrene, bir, bir; birdir bir.
neden sonra düşündüm. düşündüm durdum. durdukça daha fazla düşündüm; zincirleme soruları bağlarken birbirine ve benliğime. bir cevap düştü zihnime:
gerekli olan sendin, fazlalık sensizlik.

10 Mart 2006

çürük

bir şeyleri devamlı istemek, istediğin şeyin ne olduğunu bilmemek, istediğini zannettiğin şeylerin ihtiyacını gidermemesi... ve kalkarsın ayağa deli divane odada dolaşırsın. sebepsizce. göğsünde kalbinin doldurduğu boşlukta bir sancı. sonuç...
ve
sebepler ve sonuçlar karışmış birdenbire... bir kısır döngüle-ş-meler silsilesi... bir çemberin içindesin işte, merkezinden eşit uzaklıkta yalnızlıklara koşan... bir teğeti arar durursun seni çıkaracak...
ve
aram açılıyor; zamanla, bir türlü çözümlenemeyen o hain cellatla savaşıyorum belki de, bile bile yenilgiyi…

?

nedenler mi diyorduk yenilgilerimize... aldanışlar sarmışken dört bir yanımızı... uçurumlar mı çağırıyordu iflas etmiş bedenimizi... yoksa yitirilen düşlerimiz mi koşuyordu ardımızdan...

8 Mart 2006

sıradaki

sigara küllükte unutulunca, beep sesi çıkaran küllükler üretilsin. yeter ulan!

yok be insan işte

insanım işte acıkıyorum, yemek yiyiyiyorum. üzerime dökebiliyorum. hem de çok güzel döküyorum. komik oluyo-r. evet ben de tv izliyorum evde var bi tane, yastığa başımı koyuyorum bugün yağmurluydu, bugün çarşambaydı. bazen anlamıyorum evet kafam basmıyor bazen, marş var bi de. de var bir de. klavye tuşlarına basarken hem yazı hem ses çıkıyor. ses yazı gibi değil. çıkar ama. duyuyuyuyorum. hay allah. canım falan sıkkın sigara filan içiyiyiyorum. sonra oluyor, öncesi de luyor. buzdolabının kapağısını açıyorum bazen zor açılıyor. içecek bişey bulamadığım oluyor, mutfağa giderken kendimden emin olamıyorum. ne istediğini bil'lerden değil bu gidiş. akşamları çok anlayışlıyım. ama yağmurlu akşamlar'ı, çarşamba. bi de perşembe var. ardışık günler var asal günler, kendimden başka hiçbir şeye yok ımm dur. uzun süredir yazmamışım kendimi sanki-lim. öyle bi'şey hissettim. bak iyimiş böyle dağıtmak ulen bırak dağıtacaksın, yav bırak dedim san-ğ-a. sen git ben ilgileniriririm.

heh kalsın öyle!
söyle

7 Mart 2006

uğramalar

“zaman” gelir; bütün isteklerin kırılır, hiçbir şey zevk vermez olur. aklında hep bir şeyler vardır ve zaten bir o kadar da hiçbir şey yoktur. aslında bir şeylerdir sebepleri, ama işte o bir şeyler o kadar küçüktürler ve o kadar da çokturlar ki, etrafta umutsuz bir aptal gibi dolanırsın. hey sen! umutsuz vakâ. kendini ezersin, ezer geçersin. delip gidersin ve hırpalarsın. boş boş bakarsın. baktıkça boş’lanır görüntüler ve silinir boşluktan. düşer maske, maskeler. o boşlukta seyrederken gözlerin, ayna çıkar karşına ve “sen ayak uyduramamışsındır”ı gösterir, sana… ve böyle sürüp gider, maske’ler giyilene kadar. sonra görüşürüz denir ve zaten bir gün gelir yine uğranır o “zaman”a… ve şimdi ben orada, maskemi arıyorum…

5 Mart 2006

gidiş

ne
içindi gidişler;
ki
giderken en çok
bir şeyler gelirdi
peşinden

ve
gittiğini sanarken,
her savruluşunda
geceden,
her seferinde
o anlamsız zamana
düşerken,
döneceksin her
an

ve
giderken en çok
bir şeyler gelecek
peşinden

4 Mart 2006

sö(e)yle'm

bu zaman kadar her şey söylenmiş; söylenmemişleri ararken, söylenenleri okuduğumuzdan, söylenmemişleri bulup söyleyecek kadar zamanımız ve aklımız kalmıyor!

ve

her şey saat 10’da uyanmamla başladı. şimdi devam ediyor…

2 Mart 2006

4-ever ebe/sobe

evet sayın seyirciler. sayın olan sana diyorum.

yaptığım dört iş;
amelelik yapıyorum ben.
-cnc tezgah, torna
-serigrafik baskı, arma
-kartvizit tasarımı
-satış temsilcisi (bilg.)
-teknik destek, network proje

dört film veya dizi;
-suda yaşam
-before sunrise
-daima lilya
-run lola run

yaşadığım dört yer;
bursa – artvin - istanbul – ısparta - bursa

izlediğim dört tv programı;
denk gelirsem; x-files, avrupa yakası, haberler, reklamlar

tatil için gittiğim dört yer;
o kadar düşündüm tatille işim olmadığını anladım.
akşam işten çıkmak bir tatil gibi sanki…

en sevdiğim dört yemek;
pirinç pilavı, zeytinyağlı dolma, mantı, süt helva
yapan olsa da yesek

hemen şimdi olmak istediğim dört yer;
hemen şimdi dört yerde birden nasıl olunacak. soru iptal edilsin.

ebelenecek dört kişi aranmaktadır;
sordum soruşturdum kalmamış :)

1 Mart 2006

birinci bölüm

uyan git çalış gel, bazen uyanmadan git. işte git gel. evet normal ki. yok yok bazen normal değil. bir zaman sonra kendine sorular sorup ve yine çalışmak’tan dolayı diye sonuçlanan o garip hislerin yaşandığı dönemler her şeyden sıyrılıp gitme düşüncesi ama bir yandan da yaşayabilmek için gerekli olan maddi sebepler derken o da ne? ne, ne? alışırsın olum bunlara. hep o kızdığımız büyükler gibi olmaya başlanılan evrim dönemidir işte geçer arada bir tutar bu eski hâller, sonra düzelir. evet evet düzeliyor, düzelince de o kapitalist rejimin içinde bal tutan parmağını yalar oluyorsun, yok o değil de dünyada altı-yedi milyar insan yaşıyor. evet içlerinde de hiç bindokuzyüzbir'den önce doğmuş olan yok. olsa da ne yazar, yok yazalım devamsızlıktan kalsın. 2100 yılı 1 ocak günü cuma’ya denk geliyor. birileri albüm yapıyor heyo. dinle dinle, biri daha albüm yapmış, dinle. aa bunlar hep yapıyor vay be! tv de yeni dizi varmış, benim de olsun bi dizim, aslında dizim var, iki tane. ama ağrıyor onlar. romatizma diyorum ben. insanlar 23 yaşına kadar büyür 23 yaşından duraklama dönemi geçirir ve 23 ten sonra yaşlanmaya başlarmış. dizlerim olayı aceleye getiriyorlar. neyse oldu bir kere, dişlerim dökülüyor olum, sen ne diyosun, bal tutan parmak yalar. ama yanlış parmağı yalıyon salak! ben bal sevmem. internet üzerinden akıp giden lojik bir hayat benimki. 0,1 ler akıyor damarladımda. kesiyorum, bağlantı kopuyor. erol okula git, bitir olum bitir. çalış lan çalış. sigara yak. tamam yakıyorum. yaktım! ve sürekli aynı dertlerden bahsedilen konuşmalar yapıyorsan hayatında, sen bu yolun yolcususundur. kalkıyoruz bir iki, bir iki...

yıl olmuş kaç, sen hala ne?

bir alttaki yazı ile bu yazı arasında 15 seneden fazla zaman var. neredeyse 6000 gün. altıbin adet doğmalı batmalı gün. hepsi de adrese tesl...