28 Aralık 2005
üst'alt'olan
23 Aralık 2005
eşittir, eşit midir?
günler'im elimde ufalanır oldu. saate baktıgımda dağılmış parçaları görür oldum. hep geç kalınmışlık ve günü bitirmişlik birikiyor... değişen bir şey olmadı. sadece üç adımda bir iken, altı adımda bir oldu.
baştan beri aynıydı konu'm'um. değişen bir şey olmadı. aslında benim yanımda gibi göründüğü hâlde tam karşımda duruyormuş. fiziğin cevap anahtarında beni bazen şaşkına uğratan ayna sorusunun cevabı gibi.
acele mantık dedim adına ya da her ne durumda nereye konması gerekiyorsa o noktadan baktım. cevap anahtarında bulunan delik kısımlar yanlış da işaretlenmiş olabilirdi. bunu düşündükçe, içimde yalın ve yarım kalmışlık görüyorum. iyice kısıyorum gözümü ki, hafif eski görebileyim durumu siyah beyaz kırışık resim misali.. kendimi eleştirmem demek kendimi kandırmam demek gibi bir sonuca cıktım. beni başkasının eleştirmesi ise doğru olandı. biraz uzattım içimde bu konuyu, harita metod defteri doksanaltı yaprak.. önsöz koymadım, sonsöz için yer ayırdım. ve iyice matematiğin ters orantısına kapıldım. gelişigüzel bir sayfa açtım içimden, eşitsizlikler çıktı karşıma, adaletsiz, adaletbiz; adaletiz... iki bilinmeyenli denklem ve vazgeçtim; sonuç verilmiş, çekildim kenara bilineni oynamaya...
15 Aralık 2005
ben'siz anlat'ım
küçük yaşam sıkıntılarının içinde, aslında bildiğin ancak dürtü'leşen farklılığın ve ortaya çıkan, yansıyan kimliğin sarar kendi eksenini...
ve
kimi zaman normale dönsen de, öteki normaline döndükçe, dönesüren bir sarmalama, en başa doğru, belirleyemediğin bir sondan önce ve akan zamana rağmen zamanı öteleyen, hep bir başlangıç daha seçen...
her normaline yakalandığın an gözünden dökülen, kimi zaman kendine kızan ve uyandığında geçiş yaptığın öteki'sine...
bir harf tutar beni
dönegelen
koşan peşinden
ardı sıra, ardı dağ
sıradağlar, sıralandı
aramıza
bir yalandım
peşinden koşturan
ardından, yandön dolan
saplan
aranıza
bir yalandın peşleri
koşturan elleri
ovuşturan
camları buğulayan
ağlayan, yanan, saplanan
her seferinde
aynı aptalca
yalana
kanan
deli divane
yanan
...
ellerin
nerde
11 Aralık 2005
zaten, hep, dönesüren
dilimi.
yine aynı şey peşinde
peşinde olduğunun farkında olmadan
neyin.
aynı noktaya.
noktadan noktaya.
uzun süren koşuşturmaca.
ve eksik hissedilen bir an
yakaladığım bir avuç toprak
kokusu.
kokuyu bıraktığım; zaman.
takvimler yaprak dökümünde
boş bir sayfa elimde
ve koparılmayan yaprak.
yeni gün, rüya eşliğinde.
rüyamda yıkılan,
virane şehir.
altında kalan, toprak
ve kokusu.
ve uyandığımda
hatırımda kalmayan
belki de kalamayan
kaldırılamayan
bir zaman.
ve zaten.
akıp da giden.
giderken, götüren.
ve
tam burada sana uyan,
benim anlatmadığım
senin kendinden çıkardığın
ve zaten.
sustuğun.
ve zaten, hep sonuç.
8 Aralık 2005
kal
tutarım ellerinden.
aklımdan,
suskun, suskun
geçer ve gider-sin.
sadece gitmez ve zaten
gitmemişsindir
ne kadar gitmemişsin.
ya da bırakmamışsındır.
soluklanırsın,
her dönüşlerinde.
zaten geriyedir dönüşler.
ileri doğru bir dönüş,
gidiştir.
sen dönersin,
ya da bırakmamışsındır.
bırakmamış olman,
ileriye gidiş, ya da bir geriye dönüş
ile süsler, aklının
yoğun trafiğini.
ve zaten
süslüdür.
ki süstür,
hayatında ve aklında…
2 Aralık 2005
günbugünlük
number one : amd athlon™ 64 processor
27 Kasım 2005
kimi sıra-lar
elektrik olmaz
şehirde
bulurum seni
canım ayazda kalmış bu sıralar,
ben
ışıksız,
şehir sensiz
ve
sen şehrim.
bu
sıralar,
adımızı kazıdım
sıralara...
ve
işte
sen
benim
ve
işte
ben
senim
işte öyle bir şey
tıkabasa
ve zaten sen dolusun
aklımda
eğer dolu olan yer
aklımsa
senin olmaman değil
yanımda seni bulduğum an
tıkabasa
gözbebeklerim pembe bulut
kadar
düşsel bir mutluluk haykırışında
sesini ver bana, kulaklarımdan
yok gibiliğinden var lığına
düştüğümde
var oldugunun şaşkın hâlime
yalın hâl katarken sana dair
ne olursa olsun
sesini
verdiğin andır, işte o zaman.
içten ve sıcak...
sıcak bir çorba..
hasta bir yatakta, hasta olarak bulunurken, hasta sözler sarf ediyorum.
hasta bir kişilik olmasam da kişi olarak hasta olmak, benim bahanem
bana ne denirse densin. mazeretim var, yatağım hasta.
ilgisiz
"gözlerime inan-a-mıyorum" nidası'na. inanıyorum.
fiske
dünyanın en büyük gücü, medyadır.
26 Kasım 2005
sinema
-donnie darko
-GIA
-before sunrise ve before sunset
-run lola run
-mind hunters
-mullholand drive
-trois couleurs: bleu
-eternal sunshine...
-the life aquatic
-closer
-memento
-house of sand ang fog
-lilja 4-ever
-kill bill
-duvara karşı
-abre los ojos
-lost highway
işte bunlar var aklıma gelen. resim ve açıklama yok ama. zaten tüm açıklamalar sinema sitelerinde mevcut... acelem var ondan. evet :)
23 Kasım 2005
şimdi ama şu an değil
19 Kasım 2005
13 Kasım 2005
bu kez, defa kere
ve o gün gelir de ben o günde olmazsam
o gün, ben, o güne yetişememiş olursam
ya da gün benden önce gelmiş olursa,
ve o bana yetişememiş olursa,
işte o gün -hangi gün-
amerikan filmi kaçkını biri gelir de
kapımı bir gün önce çalarsa
ben de ona gününü gösterecek olsam
ama o gün benden sonra gelecek olsa.
gelecek o gün olsa, olacağı gün, bugün olsa
ve hatta o gün geçmiş olsa.
ve işte ben, günümü şaşırsam, gün de beni,
arada kaybolsam, bir arada iki derede,
bir gözüm dünden, diğeri yarından...
ben de bu satırlardan baksam.
sam sam sam.
yılın son çeyreği ben hep böyle olurum.
hep böyle olan yılın son çeyreği,
çeyrek kesmez beni.
sen öyle san.
san san san.
12 Kasım 2005
heya mol-a
şimdi ne dersem geleceğe ait. şimdiki zaman; gelecek zamandan, geçmiş zamanın çıkartılmasıdır. dilimleri aynı ve yutulur olduğu sürece. süre, sürece sürecek. sürece oldukça. sıkıldığıma anladığımda hazır cümlelerimle yaşamaya başladım. imarsız, plansız, programsız bir cümle cebim. elimi her atışımda cebime. elimin cebimde olduğunu farkettim. uyumak istedim. ayna kırıldı. başa döndüm.sonra ne oldu. öncesi oldu. ve yine. şimdi de sonrası. geleceğin geçmişe bölündüğü bir yerde buluşmak için...
5 Kasım 2005
4 Kasım 2005
bir paket ben
* hayatımda yer eden insanları –konu komşu, akraba, arkadaş v.s- sadece görünce bilirim. görmezsem unuturum, aynaya da o sebeple pek bakmam.
* bir ağaç dikmek için yakın ve güzel bir yer arıyorum, ölmezsem ona bakıp, kendimi iyi hissedeceğim.
* yaz gelince soğuk, kış gelince sıcak ister ya her insan, bir türlü ortası yoktur. her insanın sorununun –her örneğin büyüğü küçüğüne- bu olduğunu bilirim -düşünürüm-
* hayatın zor olduğunu bilirim(z), ama zor olanın hayat olmadığını da, bilirim-düşünürüm-
* msn’in her türlü eklenti “smiley”lerinden –varsayılanlar hariç- nefret ederim.
* windows’un açılış ve kapanış seslerinden nefret ederim.
* yeni çıkan bir ürünün, bir önceki modeline göre üstün özellikleri olmasına rağmen, bir önceki modelde bulunan bir özelliği barındırmamasından nefret ederim.
* winamp’ın 3.0 dan sonraki tüm versiyonlarından nefret ederim.
* işletim sistemi yüklenmesi, ardından sürücülerin, ardından gerekli programların v.s kurulumu işlemlerini içeren zaman diliminde bulunmaktan nefret ederim.
* yeni bir kıyafet aldığımda, aldığım yerden yeni kıyafetler üzerimde olarak çıkarım. artık eskileri elde taşıma vaktim gelmiştir. yenileri de zamanı geldiğinde…
* yemek yerken bıçak kullanmak zorunda kalmaktan nefret ederim, zaten kesmeyen bıçak kullanıldığı için, işi iyice zora sokuyorlar.
* sigara içmeyi seviyorum, bırakmayı denediğim zamanlar oldu ama neden bırakmam gerektiğini düşündüğümde hep bir sigara yaktım.
* yazdığım zamanlar benim en keyifli an’larımdır. bir sigara ve kahve eşliğinde. mutluluk annemin yaptığı pilav değildir. pilavın tadı hep aynıdır.
* telefonla kimseyi arayıp sormam. aranıp sorulurum. zamanla, aranmaz sorulmaz olurum. bu beni mutsuz etmez. çünkü mutsuzluk da annemin yaptığı pilav değildir.
* hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadığımı düşündüğüm zamanlar, ölüm aklıma gelir. ölmeyi düşündükçe ise sadece “hiç”lik.
* film izlemeyi çok seviyorum lâkin bir türlü izlemeye başlama, karar verme kısmını beceremiyorum. kitap için de aynısı geçerli.
* birilerine bir şeyler anlatmayı ya da bir şeylere yorum yapmayı pek bi’ seviyorum. ukala olduğumu düşünenler ve/veya söyleyenler için. evet öyleyim, bildiğin gibiyim, diyorum.
* yaptığım iş ve şu an ki yaşamım bana ait değil gibi, çıplak ayakla toprağa basacağım bir hayat büyütüyorum içimde…
* ve ben onu çok seviyorum, eğer o her kimse, biz beraber bir, her kimseyiz. ve elini tuttuğumda, hiç kimse…
3 Kasım 2005
sızıntı
sen girdin hayatıma,
ben sızdım
delik
ten
ben sızdıkça
sen kapladın
sen kapladıkça
…
hangi sonucu
çıkardın
sen
veya
o
veya
herhangi
biri
sonucun
sensin
seç.
ben artık
ben
değildim.
yoksa
sen artık
bir
bendin.
2 Kasım 2005
tamam iyi böyle
evde yaklaşık iki aydır yalnızım. yarın da bayram. eli öpülecek insan yok evde. kendi elimi öpeyim neyse o değil de perdeleri bile yıkadım ben. sigaradan sararmış zaten. iyi oldu. perdeye benzedi. asması sinir bozucu olsa da, ışığı yansıtıyor ev daha aydınlık görünüyor. istanbul’a gidecektim vazgeçtim; hava soğuk, yollar falan şimdi epey yoğundur. yorgunum, yol çekesim yok. abla bekliyor ama umarım anlayış gösterir. birbirinin tam olarak devamı olmayan cümleler kuruyorum. bir tane de bardak kırdım, önemli değil tek kalmıştı garip. uzun zamandır bu tip şeylerden bahsetmemişim. del pierro eskisi gibi oynayamıyor. psv dünkü kadroyla fenerbahçe karşısına çıkarsa, fenerbahçe’nin şansı sıfıra yakın. bayram için şeker almamışım. faturaları ödedim. ev sıcak, yarın bayram. ramazan bitti. tatil var, acayip mutluyum. bulaşıkları yıkamalıyım. iyi bayramlar efen’im ve perde iner.
1 Kasım 2005
ve ile de vurgunu
kolkola girmiş
've' ile 'de' birbirine
biz ise; inadına olacak
döneceğimiz şehirler arıyoruz
yeni bir terk edişten önce
've' ile 'ya' birleşiyor veya
hafifletmek adına acıları
've' yağıyor 'ile' lerin üzerine
sen ile ben
senli benli
senle ben olana dek
ile...
31 Ekim 2005
de ki; ne var?
şimdi bir bakalım elimde neler var. “çekip gitme isteği”. radiohead no surprise diyor. aklıma edward norton dayanıyor. evde sabun bitmiştir. Aklımıza çok önemli bir “iş”’i pazartesiye bıraktığımız geliyor ve bizi hemen yarını yaşatıyor bugünden; bugünü unutarak. o sırada gözümün önünden geçen kişi, tarantino oluyor ve elinde bir hattori hanzo kılıcı, uzatıyor bana. david linch yapımı bir puzzle var karşımda. aklıma her şeyi bırakıp bir steve zissou olabilmek geliyor; bu böyle gitmez, diyerek. “amenebar” giriyor aralıktan içeriye, “aç gözünü” diyor ve kâğıt imzalatmak istiyor. donduralım seni, bir ara açarız, bakarsın duruma göre yaşarsın. bir gidin güzelim başımdan, ben 75 model bir “guguk kuşu” olmak istiyorum. oruç aruoba “de ki; işte” ile yaşam var ise ölüm diyor. gözüm saate kayıyor. sigaramı yakıyorum, kahve yanı başımda. genetik bir kopyam karşımda bana bakıyor. örümcek adam mısın ulan sen. öyleyse ben de süpermen’im. âzad edilmişim ama hâlen bir köle isaura’lık var hayatımda. baron kim onu da bilmiyorum. karşımdaki örümcek adam, baron olabilir mi? öyleyse süpermen’de köle isaura. roy vedas, fragments of life diye robotik sesleniyor. where is my mind. pixies giriyor kulağımdan ve diğerinden çıkıyor. saat geç oluyor-nasıl oluyorsa- gözüm kapanıyor gibi, sahil kasabasında bahçeli bir ev. bağımlı olmak zorunda kalmadığım bir “hayat”. sorumlusu benim. olursa bana, olmazsa bana. kronik rahatsızlıklardan kurtulma yeri. üçüncü dünya savaşında dağda kalsam, açlıktan ölürüm. kendimize bu kadar mı bi’şey katamayız. Şebnem’in çakıl taşları var bende o bile yok. sunay akın çok biliyor, her şeyi, al hıncal’ı vur sunay’a. her şeyden az bilip, çok şey bilmek. bir artı üç eşittir dört, iki artı iki eşittir dört, dört değilse de ikisi de aynı sonuç. tencere kapak. acıktım şimdi ben. duşa girsem, ıslansam. süpermen ve örümcek adam’ı boğsam. geri dönüp yine ben olsam. bayram da geliyor. yeni kıyafet alıp, ne kıyafetler gördüm içinde süpermen’ler yok ne örümcek adamlar var üstünde örümcek resmi var. the cure lullaby ile finish yapıyor. suyum ısındı. kahve mi içsem, duşa mı girsem?
29 Ekim 2005
faili meçhul
avuçlarımı açıp saldım, boşluğa
son baskısı yalnızlık romanımın
uçurum rüzgârında roman satan elim
ve elim cebime gider
cebimden çıkan zar’lar
sallarım zar'ları, uçurumdan aşağı
en aşağı, en uçurum
yine seni gösterir
uçurum ve aşağısı
rüzgâr ölümü estirir yüzüme
sen içindeki beni öldürürsün
kalp izleri bırakmıştım
yüreğinde bilemiştim o izleri
keskin çizik atılmış; kalbim...
cinayet sanığı, soğuk göz yaşların
ayrılık vakti ölümden, içimden
ve içimde büyüyen bir kız yatar,
saçları kıvrılmış dudaklarına
ve uçurum çözülür gözümden...
gözlerim titriyor, depremler başımda
soğuk rüzgâr uğultusu, kulağımda
içimde bir cinayet, kız uyuyor
kız kalkıyor, düşüyorum…
avuçlarımı tuttum, en uçurum
kendimi bıraktım, en aşağı
düşüyorum, zar'lara doğru…
ve uçurum;
bir cinayet sanığı…
28 Ekim 2005
off ki ne on
kendimi kaybediyorum, ben neredeyim. üç harfli; sen.
27 Ekim 2005
uyu
sessizlik…hiç ses yok
yatak tam karşımda
uykum ellerimdesavruluyorum sessizlikle
ellerimden tutan bir senvar sanki gözümün önünde
kulağıma ilişen saniye tıkırtısıgözüm sağ alt köşede
gitmeliyim bana göregelmeliyim sana görepeki ya bize göre?
24 Ekim 2005
23 Ekim 2005
sen kurgusu
üzerime giydiğim cümlelerim
elbisemdeki üç noktalı yırtıklar
bu noktadan bir doğru çizerim
ve
bulut yağar rüyalarıma
düşünce ısıtılır ocakta
uyanırım, rüya; kapalı gişe
bu noktadan bir daire çizerim
ve
ellerimi çekmecede bırakırım
anahtarı yutarım, içimi kilitlerim
sen gelene değin, kısa rüya festivali
bu noktaya uzak b noktası bulurum
ve
gözlerini ararım, yollarda
saçlarının kıvrımını, dudağına misafir
kapı çalınır, kapısız kalınır, kapalı
bu noktadan bir döngü kurarım
ve
cümlelerim üzerimde, yırtık
rüyalarım kapalı gişe, düşünce
gözlerim, saçlarına misafir, festivalde
ve
ben döngüye dalar çıkarım,
çıktıkça, teğet geçerim
ve
ben bu doğruda seyrederim
seni bulana, bana katana
biz olana değin…
ve
21 Ekim 2005
son-u-yanış
savaş doğar sabahıma
geceler müptela duman yoluna
müzik eksik notalarıyla
kusurlu dans anında
siyahın bana aitliği
aklım ve kısa ziyaretleri
dönüşte ekmek kırıntıları
siyah renkli sokak lambaları
utangaç sokak kedileri
ayaklarımın garip hâlleri
elimden gelen; sigara, çakmak
benden giden, esenlikler
senden bana, mutluluklar
her sabahım savaş,
her sabah, kaçan esirler
gider tek tek, akıldan...
ben son esiri savaşın
bir yanım, noksan sana
bir düş düşer, sabahıma
tek kalmışken savaşımda
kolla beni, son sabaha
bul-maca
18 Ekim 2005
...
15 Ekim 2005
merhabanasanaona
?<-neden->?
uyku ile uykusuzluk arasında gidip gelen bir hayat çarpıyor günüme. günüme tireme geliyor, gün kokuyor. bundan sonrası senin için yazıldı, evet sana; bütün gün sen beklerken hayatı, o çıkagelir akşam ve sen ordasındır. sen sadece, o seni gördüğünde varsın; o’nun hayatında. görmediği anlarda ise sen; “var da yok” sun.
senin için olan kısmı bitti.
seni geçtim sana geldim.
evet sen olmasan sanırım, çok sanırım. iyi ki varsın. ne kadar, ne olsak da nerede neler yapamasak da, sesini duymak güzel. senin hayat içinde bir yerlerde olduğunu bilmek ve seni de geçtim.
ya da geçtiğimi sandım, geçemedim bedenim sıyrıldı aklım ve yüreğim takıldı. bu yazının içindeki seni = içimdeki seni. ve hep bir yerlerde olmanı, olabilmeni, olduğunu ve bunları bilmeyi; yaşam; yürümek; sen; senin-le; el ele; durmak; beraber; ceket; ev; …;
bak ardına, sen; ardında sen
14 Ekim 2005
yaşam özgürsün; ölümle
13 Ekim 2005
evvelden boşlamalar
evvel zaman içinde bir erol uyur,
zamanın evvelliğinde kendini bulur,
adına boş zamanlar uydurulur,
ve ruhuna tıkabasa,
ruhsuzluk doldurulur.
"ustura elim, dilim kanıyor"
12 Ekim 2005
2yüz50altı1000
11 Ekim 2005
ilk nokta
ondördolunay
suslarım
düştü, bu sevda
büyürken içimdeki fırtına
düştü, düşecek bu kaçış
avuçlarına
9 Ekim 2005
kısa bir tv molası
7 Ekim 2005
flnflnfln
adım adım sus-adım
6 Ekim 2005
kendime
eğer O olmasa; bir sürü strese girebilir, kendime anlamsız sorular sorabilirdim, cevabı belli olan ve o kadar basit ki aslında diyebildiğim soruları, kendime zorlaştırabilirdim. elle tutmak isterdim her şeyi ve tutulamayacak zeka olduğunu görüp, onun sonuçlarını gördüğümü bilirdim ve buradaki çelişkiyi düşünüp kendimi çıkmaza sokabilirdim fakat dedim ya işte basit, zorlamaya gerek yok. cevabı hazır, önüne konulmuş sıcak çorba, kaşığı al eline. kaşığa eline aldığında, matrixvari düşünceler sararsa etrafını, düşüncelerin sahibi sen; eylemin de sana ait olacak ki problemin kaynağı da burada...
kalbimin içinde yer edinmiş, nasıl da aklımla kusursuz bağlantı içinde. gözlerimi açtığımda güne, açana kadar ertesi güne; koruyan tek, O. kendi kendini koruyan, korunmanı sağlayan. siper olan, süzgeç olan; O. bir sorun ya da çıkmaz sandığımız her şey için; yok ki öyle bir şey dedirten bunun getirisi olarak da ince bir rahatlık ve fark ediş veren; O. her soruma cevap veren, her düşsel yorgunluklarıma set çekerek; problem yok ki dedirten. çoğu kimseyi boğulurken gördüğüm, fakat benim anca ayak parmaklarıma varabilen sel. işte o seli küçülten ya da beni selden büyük gösteren; O. yaşamla ölüm aram, öldüğüm yaşamın bittiği an. ölüme doğduğum an. görebildiklerim ve göremediklerim; O. sürekli orada, yerinde. gitme ve gitmene izin vermeyeceğim, bırakmayacağım seni, sana ayırdığım yer çok büyük, çünkü sen O’sun; inanç.
4 Ekim 2005
>mas(ke)a<
aklımı aldım. çıkmaz. orada. yaşam. masayı süsledim.devir.-dim.
maskeli yorum
beni ağlatanlarla vardım; varlığıma…
üzenlerle izlemeye başladım filmi; hayat...
beraber ağlayalım dedim, kimse ağlamadı; benimle…
ya ben…
ağlarken görmelerinden korktuğum insanların karşısında ağladım; kendimle…
en mahrem yerde saklamalıydım; gözyaşlarımı…
sevilmeyecekleri sevdim hep; ben…
sonra;
yok bir şeyim, iyiyim ben…
bakmayın siz bana…
3 Ekim 2005
akıyorsun su gibi kelimelerim-i adıyorum
Parmaklarım tuşlamak istiyor parmaklarım karakterleri sana adıyorum sana kelimelerimi senin için sıralıyorum cümlelerimi ardına bak ve gör beni sana bağlayan bilinmezliği basıyorum tuşlara gidiyor aklim seni arıyor telefon seni benim için arıyor ve bulmaya çalışıyorum seni çengel bulmaca oynuyorum sen bakmadıkça ardına düşmüş bir ben buluyorum yukarıdan aşağıya düşüyorum dizimi incitiyorum yüreğimi uzatıyorum ardından koşuyorum elimde kalem çiziyorum ellerimi uzatıyorum yakalıyorum saçlarından düşüyoruz yere yığılıyor ben yığılırken de sen bana bakıyorsun kocaman gözlerinle ışık gönderiyorsun yüreğime damlıyor kokun-u teneffüs ediyorum ciğerlerim tiryakin oluyor bırakıyorum sigarayı sana başlıyorum seninle el ele sahil bizimle adımlarımızın dibinde büyüyor yeşil ve yaprak döküyor üzerimize geliyor rüzgar ılık ılık damlıyor yağmur tipiye dönüyor kar yağıyor kardan aşıklar oluyoruz güneş tepedeyken ve elim sendeyken elimdeyken elin benim mutluluğum-u tuşluyorum parmaklarımla karakterleri sana adıyorum kelimelerimi….
seni
gizli gizli çıkarıp koyarım, yatağımın başucuna; seni…
en güzel çerçevelere sığdırırım; seni…
Rüyalarıma sipariş geçerim her gece; seni…
düşlerimde yollar açarım, yalnızlığıma katarak; seni…
uyandığımda gözümden akıtırım, sabah mahmurluğumla; seni…
yürürken sokakta, adımlarımda gezdiririm; seni…
izlerken dünyayı, baktığım yere koyarım; seni…
yemek yerken, kaşığın ovalliğinde kaydırırım;seni
musluktan akanımsın sen, yüzüme çarparım; seni…
kurulamam, tenime akıtırım; seni…
toplu taşıma araçlarındayken sıkışma diye, cebime koyarım; seni…
yazılarımın her virgülünden ve her noktasından sonra, sererim kelimelerimin üzerine; seni…
1 Ekim 2005
lak lak
29 Eylül 2005
kalmadım
s(b)en
27 Eylül 2005
ve o an; zaman
yarılanıp için,
yaralayacak sabrını,
kanayan gözlerin,
ağlatacak düşlerini,
sızlayan yürek,
dışlayacak içindeki şeyi.
ve bir şeyi anlayacaksın
hiçbir şeyi...
o an; zaman
ne bir ilaç, ne bir neden, ne de bir sonuç
ellerini tuttuğumda
unuttuğum şeydi belki zaman.
düşündükçe varlığını hissettiğim,
düştükçe var olduğum.
belki de kollektif bir yalandı zaman,
bireysel hatalarımızı kapatmaya yarayan.
ve durmaksızın yarılanıp,
yaralayan...
zaman
bitecektir. ben ölünce o da bitecektir. zaman, işte o “zaman”…
26 Eylül 2005
...
24 Eylül 2005
ayırın beni kelimeden, ben "dahi"yim
evde de, işte de, sokakta da...
uyurken de, ayaktayken de...
orada da, burada da, şurada da...
görülüyor ki, her yerde.
öyleyse hakkını vermeli..
"o"nu ayrı yazmalı...
çünkü kendisi bir "dahi"...
destekleyelim;
bugün de-da nın başına gelen yarın bizim de başımıza gelebilir.
buz
dökülüyor dudağımdan harfler
ve ünlü ünsüz çakılıyor yere
her düşüş; bir sızı..
her sızı; bin kurşun..
22 Eylül 2005
tüken...
göz kırıkları; endişem
…
cam batıyor gözlerime, açamıyorum kapaklarımı; ya sen yoksan sağımda…
21 Eylül 2005
ol tek şeker
düğüm
tıkırtı,
Gece gözümde, sen içimde, sigara elimde, küllük dibimde… sigara eriyor, ben son nefeste…
adım; adım adım
20 Eylül 2005
sobe furyası [click]
başıma kitap yağacak
Derin İz tarafından ebelenmişim.
**Kaç kitabın var?
Ne bu şimdi sorumu. Eheh.
**En son aldığın kitaplar nedir?
Wagner Olayı; Friedrich Nietzsche
Tolstoy – Hz. Muhammed
Mehmet Açar – Siyah Hatıralar Denizi
Sözlük aldım bir de. Mehmet Doğan – Büyük Türkçe Sözlük ( 1500 sayfa) Türkçe konuştuğumu sanıyormuşum; inceleyene kadar…
Windows Server 2003
**En son okumakta olduğun kitap?
Şahika Egeli – Kanatlarını arayan kadın
**En çok etkilendiğin dört kitap?
Abdurrahman el-muhacir’e ait 4 ciltlik serisi kitap adı var da yok…
Bitti.
19 Eylül 2005
mekân dostundan bazen/enbaz
18 Eylül 2005
re/play
Yazdıklarım dökülüyor; ben yazamadan, yırtılan sayfalarda,
bir bir, önceyi yaşıyorum, sonrayı kaybederek...
kara-şam
çıplak hissediyordum kendimi; hissizlik elbisesi bedenime işlenmiş. o yarım yamalak hâlimle kendimi unutmuşken kendimde, elektrikler kesildi; acı veren bu karanlık; akşamın karanlığını da katmerlendirdi ve ben sus pus oldum kendime; kendimle.
içime dönmüş hâlime, seni de katarak, yatağa uzandım. düşünceler ektim yastığıma; damla damla. yastığa damlıyordu düşüncelerim; kimi zaman kırmızı, kimi zaman pembe, bazen de siyaha çalıyordu rengi. sonrasını hatırlamıyorum. rüyama girmiştin, bunu uyandığımda fark ettim; senin o eşsiz kokundan; aklımdaki kokundan… gözlerimi açtım senin tadın vardı üzerimde. toparlayamadan o “sen” ve “sensizlik” hâlimi, bir kesinti daha. bu kez hem gecem karardı hem sensizliğim… olduğum yere yığılmışım; avuçlarım sımsıkı… sanki kaybetmek istemezmişçesine…
kifaf
uçan bulutları, satmalıyım kendime…
usulca
saldım gökyüzüne…
bulutlar eksildi, yeryüzünden…
gökyüzü
ışık ekiyorum, boş toprağa…
yeryüzü bir kolos,
ya kendisi …
sabâ çarptıkça yüzüme,
inanıyorum yüzüne
yüzüme…
gitmeli şimdi adım saymadan
bekle geliyorum ardından
bekle; adımlarım..
16 Eylül 2005
yalın hâlim; sessiz...
15 Eylül 2005
hasat
hızlı akan sonbahar edasında.
ilkbahara varıyorum, koşar adımlarla.
biriktirdiğim gözyaşlarım,
mutluluğu yeşertiyor dallarımda
ve ben açıyorum senin yanında…
uyanışlarım anlam fısıldıyor kulağıma.
düş bırakıyorum gittiğim yollara
sen ekiyorum böylece ardıma
karanlık bekleyişin sonunda
aydınlık esiyor dört bir yanımda
14 Eylül 2005
“SEN”im benim
sana ait cümlelerim ve cümleleri oluşturan kelimelerim, işte o kadar sahip çıkıyorum kelimelerime; hepsi sana ait diye. bozuk musluk tadında damla damla akarken sana harflerim, şimdilerde denize karışıyor cümlelerim; adına “sen” dediğim o masmavi denize. sen ki, denizine sadece gökten düşenleri katıyorsun, keşfedilmemiş kıtanda… “sen” kıtasındayım, adını “sen” den almış olan “sen” denizinde yüzüyorum. suyun “sen kuvveti”ni uyguluyorsun bana; beni her ıslatışında…
bıraktım kendimi sana…
şimdi açıyorum ilk sayfasını içimdeki kitabın; başlıyorum okumaya:
duyuyorsun değil mi?
birik/intilerimiz ve tirdiklerimiz
12 Eylül 2005
üşüdüşüm
sensizliğime, düşler örttüm. başında bekledim gelirsin diye…
karıştırdım düşlerimi, sensizliğimi hissettim ve hissettikçe hüznüm arttı.
bekledim gelirsin diye… akrep ve yelkovan kaçıncı buluşmasında, ben bekliyordum
gelirsin diye…
bir ara düşlerim seslendi; üşüdüm, ört üstümü diye…
11 Eylül 2005
son(u)yanış
savaş doğar sabahıma
geceler müptela duman yoluna
müzik eksik notalarıyla
kusurlu dans anında
siyahın bana aitliği
aitliğinin bana aitliği
aklım ve kısa ziyaretleri
dönüşte ekmek kırıntıları
siyah renkli sokak lambaları
utangaç sokak kedileri
ayaklarımın garip hâlleri
elimden gelen; sigara, çakmak
benden giden, esenlikler.
Senden bana, mutluluklar
her sabahım savaş,
her sabah, kaçan esirler
gider tek tek, akıldan..
ben son esiri savaşın
bir yanım, noksan sana
bir düş düşer, sabahıma
tek kalmışken savaşımda
kolla beni, son sabaha…
sobe furyası [k.s.k.z.]
Neden bu kadar şaşırdın. Hayatta şaşılacak çok şey var hâlbuki.
Bilgisayar kaç para?
Çok para. Evini satsan alaman yani. O derece.
En çok hangi şarkıyı seviyorsun.
Şu soruyu biraz daralt ya da sus.
(Tokumdur ya da istemiyorumdur).
Vişne yer misin?
Almiyim sağ ol.
O zaman şundan al
Yok, tokum ben sağ ol
Şundan al
Yok
Şunu ye
Hayır
Şunu
Yok
Şunu
Yok
Şunu
Haaaaaaaaaaayııııııırrr. Kâbus gibi
O değil de bu ebe sobe geyiği nasıl başlıyor, ben onu çözemedim =)
Buyrunburdan yakın;
Ligeia, derin iz, pelin...
10 Eylül 2005
yoğun(laş)an
Direksiyon fazla kıpırdatılmıyor, düz bir yol, uçsuz bucaksız, belki de dünyanın yuvarlaklığını kendime ispat edebileceğim kadar düz bir yol ve o düzlükte seyrediyoruz; sen ve ben… Sessizliği bozmak için teybe uzanıyor elim, on tuşunu bulmakta zorlanırken parmaklarım, yoldaki seni kaçırmamak gayretinde gözlerim. Maksimal derece basgitar, elektrogitar ve bateri karışımı polises uğuldamaya başlıyor ve bu dar alanda gitgide daha da darlaşan ben, seni haykırmak istiyorum. Bilinçaltımdaki tüm “sen”ler, sana aitler, bir bir yüzeye çıkıyor, adeta kusuyor bilinçaltım ve müziğin her ritminde biraz daha sertleşiyorsun aklımda… Öyle bir karmaşa var ki içimde; tüm dış etkenlerin katkısı ile daha da çılgınlaşıp, dengesizleştirdiği bir beyin ve beynimin kalbim ile yaptığı “sen” düeti… Her yer sen, sen, sen… Bitmiyorsun, bitemiyorsun onca zaman geçmesine rağmen, delirme noktasına gelmiş ve sınırlarını zorlayan beynim; daha “sen”lerin başlamadığını haykırıyor tüm damarlarıma… Istırap değil bu yaşadığım, öyle bir yoğunluk yaşıyorum ki sana dair; hiç bitmesin istiyorum her saniyesi ve her anı...
7 Eylül 2005
yok bi'şey
6 Eylül 2005
sessizol
11
senhiçlik
rüzgar güneşi
5 Eylül 2005
ilk 11im /bir eksikle
1-) Yazın yağan yağmurun oluşturduğu o nefis toprak kokusunu içime çektiğim an.
2-) Placebo'nun o harika parçalarından herhangi birini duyduğum an.
3-) Ofisten ayrılıp, sokağa adımımı attığım an.
4-) Net bağlantısı koptuktan sonra geldiği an.
5-) Anne veya babamın yüzünün güldüğü an.
6-) Yanında olduğumda bana keşke şurada olsaydımı dedirtmeyecek insanların yanında olduğum an. -“keşke şurada olsaydık” denebilir –
7-) Kendi irademle uyandığım an. -Pazar günü-
8-) Kendime yakın bulduğum insanlar ile tanıştığım an.
9-) İstediğim gibi nefes alarak yaşayabildiğimi hissettiğim an.
10-) Yazmak, yazmak ve yazmak...
4 Eylül 2005
bakkalım bakkalsın bakkal
bakkala yanaşıp;
-selamun aleyküm abi,
-buyur gözüm ya da buyur bilader,
-falancanın filanını arıyorum
-buradan düz git iki sokak sonra sola dön orda.
birde böyle bakkallara bir şey sormak için girdiğimde; “ulen erol çok yüzsüzsün bari bi sigara falan al” derim kendime. elimden geldiğince almak isterim fakat bazen elimden gelir ama cebimden gelmez.
ufak tefek iken ben, bakkalcı olmak isterdim ve hatta bu kadar çikolata, şeker gibi şeylerin onlara sırf bakkal oldukları için bedava verildiğini düşünürdüm. Bakkala salak derdim içimden; ben olsam hep yerim…
3 Eylül 2005
sen-ki-ben-ki
2 Eylül 2005
birlikte lokatif
güldürenkeşif
bir ağacın altında oturuyorum ve durmadan “sen” düşüyorsun kafama…
yerin çekimi, göğün itimi oluyordun hayatımda…
1 Eylül 2005
iki yarımay, biz ediyorduk...
31 Ağustos 2005
neden\/sellik
30 Ağustos 2005
ya da
"Var da Yok" tun...
29 Ağustos 2005
döndu(n)rya
oysa/yoksa
kaçışlarım yağıyordu üzerime...
ve
bir konu mu vardı yoksa ortada;
karanlıkta bekleyen iki insandan başka...
28 Ağustos 2005
otur yerine
27 Ağustos 2005
no surprise
evet,
koptu galiba.
düştü mü?
anlamadım.
farkındayım.
kopmuş olmalı,
hissediyorum.
düşmüş.
nereye düştü.
bulamayacağım.
sanırım,
aramamalı;
düştüğü yerde
…
26 Ağustos 2005
uza duyum
25 Ağustos 2005
hayat bağı
yine ugradim
24 Ağustos 2005
23 Ağustos 2005
notlar0000
22 Ağustos 2005
tekessür
Ritmiksel zehiriyle, damarlarıma kök salan...
Oluk oluk akan, beynimin loplarından,
Lâl olmuş dilimden, kalemime yayılan…
kaybolun çoğul olarak
bir damla yağmurla ıslanmayı paylaşabileniz bizler fakat sizler boğulanlarsınız bir damla akıntıda…
21 Ağustos 2005
gayet normal
Ondan ayrılırken bile ağlayamadım… bir şeyler kopmuştu biliyorum, hatırlıyorum… kaybetmek üzerine, ilk kez bir kıpırdama olmuştu duygularımda… bu hisleri hiç yaşamadım değil yaşadım elbet ama başka olaylarda başka başka, başka, başka bir şeylerde…
Bu kadar sıkkın bir beden bu kadar dar bir can ve onca düşünceler aklımda ve bir o kadar yalnız ve karmaşık ve diğer her olumsuzluklar hatta hastalık sebebiyeti olan içsel kavgalar.. ama ağlamak bambaşka… katı mıyım? sıvı mıyım? gaz mıyım? ergidim mi? yoksa ne oluyor.. off yok bir şey, mantıklı değil sadece…
bir adım her adım
Sokaktayım… herhangi birinde… gözlerim kapalı ya da açılmıyor… sokak üzerinde bir kapı var aralık olan… belki bir işaretti bu açık kapı. Hayır, hayır… denize düşen yılana sarılsın kapısı… mor bulutlar tepesinde sokağın… kırmızı akıyor sokağa damla damla, bulut mavi kalıyor kansızlığında… sokak boş, içimde üç basaklı masanın dengesizliği, gözlerimde mavi yaş taneleri ve bulutun kırmızı kan taneleri buluşup, mor akıyor ayak parmaklarıma, topallıyorum sokağın sonuna doğru ve tüm kapılar açılıyor ardımdan, topal yüreğim sızıyı haykırıyor damarlarıma, kalbimin odacıklarına kadar sızı yükseliyor damarlarımda, sıcakkanlı kalbim soğuyor ve üşüyor ve kalbim ve kalbim dökülüyor tane tane kırıntılarıyla… gözlerime güneş vuruyor ve halen kapalı gözlerimin kapakları ardından seyreyliyorum kızıllığın doğuşunu...
…
..
.
“Her şey kapalı gözlerimin ardında ve ne olursa olsun, dünya ayaklarımın altında…”
.
..
…
önce
Asgari ücretli düşünceler
Karbonmonoksit ruhlar
Sıvı atıklı beyinler
Geçinemeyen ön/arka yargılar
Banknot bakan gözler
Üretim hatası kelime grupları
Ne yer çekiyor
Ne gök itiyor
Ne düşüyor
Ne uçuyor
lull
ve kırgın boynu bükük
daldıkça içimize
daha bir düşüyoruz dışımıza
ve aslında tüm bu yaşananlar
bir .......... olsa gerek
................. istemediğimiz...
20 Ağustos 2005
kurdele
ağlayan cümlelerde
yoksa kaçan...
her seferinde
umutları ellerinde
beklemek ölümdür
ve parçalanmak
oysa tüm kaçışlar
yine...yine...
kendine...
19 Ağustos 2005
bendekisizden etiketbastım
b(d)irlikte
sadece güldüğünü sanıyor ağlarken
biz birlikte ağlayalım… niye ağladığımızı unutana dek…
gökten kusmalar
savrulmuş küller
içimde yağmurlar
haykıran gözler
titrek avuçlar
sonra;
…bitmiş piller, durmuş saatler, susmuş müzikler…
bunun üzerine;
çalmayan ziller, dönüşsüz yollar, sımsıcak karlar, eriyen buharlar, terleyen düşünceler, yitirilen özlemler, anlamsız yazılar…
peki ne aramıştın bende…
ben senin içindeki büyük mutluluğum ve büyük acılarınım…
hayır değilim…
ben sadece benim…
kalbimde ve kalbinde,
aklımın hep bir köşesinde…
18 Ağustos 2005
kırılmıştık/larımız
parmaklarıma...
ve düşerken arasından,
parmaklarımın...
avuclarım ağlarken,
yalnızlığına...
sensizliğim geçerken aklımdan
ve
tükenirken gözyaşı pınarlarım,
hep acıtır bedenimi,
yaşamıma saplanan o an
ve sonuç;
göğsümde kalbimin doldurduğu boşlukta bir sancı...
bang bang
Ne yazık! Sadece okuyor, görüyor ve bunun üzerine en fazla buğz ediyoruz.
Bakalım kabımıza ne zaman yılan girecek…
Ve bakalım ve görelim; gamsız hayatları pencerelerimizden… Yok yok; camı, perdeyi açmaya gerek yok, cam ve perde zaten yok…
Nerde kalmıştık…
Suya ve sabuna mı dokunuyorduk?
17 Ağustos 2005
mora(r)ttı ben(i)
belkide sorularımı yitirdim bu aralar... beni mor, karşımdakini morlaştıran soruları... hep cevaplar vardır etrafımda ıslı bir adada... yalnızlık ne kadar mümkün en başta kendin denen lavukla yaşamak zorunda olduğun sürece...
nothing
ve
çekip giderken beni
ve
ellerin
ve
ellerim
ve
senden
ve
benden
ve
yoksun
ve
sen
ve
yoktum
ve
ben
ve
veya
ya da
her ne haltsan
stop
hep uykuda görürdüm seni... bilirim ki yorgunsun... belki biraz da kızgın... unutanlara, unutulanlara... acılara tutunulur muydu... tutunulurmuş... ve her yenilgi kazınır belleğine... hiç ummadığın anlar yakalar bir kedi gibi boynundan... çaresizce... ki avuçlarımda hala sıcaklığın, terli ve titrek ellerimde dokunuşların…elimde olmayanları saymıyorum, olanlar fazlaydı belkide...
play
sızı
16 Ağustos 2005
saklama samanı
Yan komşularımız; mahallemizde yaşayan diğer insanlarla araları hiç iyi değildir. Selam ve sabahları yoktur. Geçmiş zaman olur ki, kavgaları dahi olmuştur.
Yağmurlu bir akşam bakkala sigara almaya çıktığım vakit tam köşebaşında yerde yatan bir adam, hemen koştum. Komşumuz, dağ gibi adam yığılmış, yerde yatıyordu ve alnından kan damlıyordu yağmura karışarak. Hemen ambulansı ve oğlunu aradık adamın, zorlukla yerden kaldırıp ambulansın gelmesini bekledik, ambulanstan 5 dk kadar sonra geldi oğlu ve bize;
-Erol n’oldu babama, anlatın nesi var. Allah’ım neden v.s.
Durumu anlatıp hangi ambulansla, hangi hastaneye gittiğini söyledik.
Ertesi gün ise öğle namazına müteakip cenaze namazını kıldık. Ardından babam defin işlemleri içinde yardımcı olmak üzere, son yolculuğunda mezarına kadar beraberdi.
O günden beri oğlu beni nerde görse selam verir ve yüzünde başka bir ifade, gözlerinde başka bir bakış vardır bana ve babama karşı.
Bunu niye mi anlattım? Belki ilk paragrafla arasında bir bağ vardır ya da ince biz çizgi...
damla damla boca ediyorum
Aklım elvermiyor aklımı. Uyumaya calısmak ne kadar kötü. Bunu hiç yapmasam bile kötü.
Er ya da geç döneceğim, şimdi öylesine süzüyorum ki, idrak ediyorum tane tane, damla damla...
15 Ağustos 2005
Bu mudur? Budur!
"Kendinizi paralarcasina calismayin.. kimse farketmiyor"
ara ve bul
adsl2+
malazlar kibrit
gel artık
sözü olmayan müzikler
adsl modem almak
başım zonk zonk ağrıyor
adsl2 modemler
İllellezıne
uyan da balığa gidelim
adsl2+ türk telekom
çuff çuff oyun
:)
14 Ağustos 2005
sessizfilm
İşaret bekliyorsun. Zaman zaman beklediğini unutuyorsun. Arada bir hatırına geliyor. Anlık duygu silsilesi yaşıyorsun. Ardından Lambaya püf diyorsun, Kendini sevmediğin zamanların oluyor. Neden sorusunu adını kullanarak soruyorsun. Kendine saygılı hitap ediyorsun. Fakat kendin sana cevap veremiyor. Cevapsız kaldıkça konuşmaların, kendini hırpalıyorsun, araya kırıcı sözler giriyor ve yine cevap yok. Bu anlık duygusal yoğunlukta, yorucu bir zaman akıyor yanıbaşında. Uyuyorsun; sana cevap veremeyen, kırdığın kendinle iç içe ve aynı yatak ve aynı beden ve aynı yastık üzerinde.
Uyanıyorsun.
Kalkıyorsun.
Devam ediyorsun;
Geceye çöken karanlığın, içine de çöktüğünü fark edeceğin, bir sonra ki “anlık, karmaşık duygular silsilesi”ne kadar…
13 Ağustos 2005
var da yok
Bu sözlerle başladığım yolculuğum halen sürmekte. Her geçen gün, körelmişliğimden sıyrıldığımı fark ettikçe “hayırlısı olsun” un içerdiği o derin anlamı çok iyi anlamış oldum. Kalbimi, elimde görebildiğim zamanlarım vardı duvarın ardında.
Çoğunluğun oluşturduğu değildi; doğru olan, azınlıkta kalanların da oluşturduğu değildi; doğru olan. Özgürlük değildi problem. “Bu benim hayatım” değildi problem. Milyarların içindeki yalnızlık değildi hüznümüz. Tek olmanın verdiği yalancı haz değildi arayışlarımız. Milyarların içinde ki diğer yalnız eşini aramak değildi hayallerimiz. Çoğul konuşurken kendimizi saymadığımız değildi ayıbımız. Kendimize armağan ettiğimiz yalanlarımız değildi, düşük vicdanlarımız. Örtbas etmek değildi, sevgimiz. ………………………
İşaretler içinde boğuluyoruz. Üç yanlış bir doğruyu götürmeyecek biliyoruz. Birileri doğrularımızı götürecek. Açığa çıkan her özgürlük vakfı eylemleri, kavramsal demokrasi üzerine yoğunlaştıkça, biz kabımız da yılan var mı? Diye soracağız. Teklik üzerine kurulan ve zeytinyağı üslubun da okşanan gururlarımız ile saltık ruh ikizi karmaşası yaşamayı tercih edeceğiz. Meşguliyetlerimiz olacak bizi uzaklaştıracak, O’ndan. Biz halen, biz olacağız…
Her yönden poyraz esiyor aklımın içine doğru.
Koşuyorum.
Düştüm.
Ayaktayım
Düşününce var olduğunu sananlardan mıydın sen de,
yoksa
Var olmak mı demişti birileri, yok olmayı göze alarak
Susuyorum.
Bir daha…
Gidiyorum.
Ardımdan bir ses;
Gençler bilse, yaşlılar yapabilse idi
Duyamıyorum
Affet
Düşüy…….
12 Ağustos 2005
Rahman ve Rahîm olan
11 Ağustos 2005
mudil sezgi
edilmeyen,
gecenin
ışıltısında
birlikte
koşacağız
elbet,
yalnızlığa
anlamayacaklar,
anladıklarını
sanacaklar.
sadece...
9 Ağustos 2005
ADSL 2+
Adsl bağlantısının hızında;
bağlı olunan santrale uzaklık ve hattınızın kalitesine göre bağlantı kayıpları yaşanabilir. ADSL2+ sayesinde bu kayıplar çözüm bulmuş oluyor. Tabi bu çözümden yararlanabilmek için. Mevcut Adsl sinyali alan hattınızın ve modeminizin ADSL2+ olması gerekmektedir.
Teksas Instruments firması, geliştirdiği “Dynamic Adaptive Equalization” DAE teknolojisi ile bu çözüme öncülük etmiş oldu. DAE teknolojisi sayesinde modem, hattın kalitesine göre kendini ayarlayabilmektedir. Kopma sorunu sıkca yaşanan yerler de ADSL2+ tam bir çözüm sunacaktır diyebiliriz.
Sıra ülkemizde, ADSL2+ iyi dedik, güzel dedik. Fakat şu an itibariyle yeni açılan portlar haricinde diğer portlar ADSL standartına sahip. Sadece yeni açılacak portlar, tahminimce 100/150 bin adet olacak ve bu portlar ADSL2+ standartı ile gelecek. Eğer yeni başvuru yapanlar varsa ya da yapacak olanlar varsa, alacakları modemi seçerlerken ADSL2+ desteği olmasına dikkat etsinler. Aksi hâlde ADSL2+ portuna sahip oldukları halde bu nimetten faydalanamayacaklar.
ADSL2+ desteği veren modemler de bildiğim kadarı ile piyasada kısıtlı durumda. AirTies ve Zyxel marka modemler ADSL2+ desteği olduğunu söylemekteler. Bir de zaten elinde modemi olanlar için ise yapılabilecek ilk şey, modeminizin firmware update edilerek ADSL2+ desteği verip veremeyeceğini öğrenmek olacaktır. İlk ADSL2+ portların dağıtımı yapıldıktan sonra, mevcut ADSL standartına sahip bizler de, ADSL2+ için geçiş hakkımızı kullanabileceğiz ve bunun için ücret ödemeyeceğiz (ödemememiz gerekir). Umarım artık Türk Telekom bir şeyler başarır ve eline yüzüne bulaştırmaz.
Biraz da işimizden bahsedelim diyerek, ADSL2+ standartından bahsetmeye çalıştım. Umarım yararlı bilgiler verebilmişimdir.
8 Ağustos 2005
elektronik posta balığı
"uyan da balığa gidelim" demiş.
(komik)
Ama ben balık tutmasını sevmem.
(olsun komik.)
7 Ağustos 2005
hede şeysi
havam yok
Gecenin gec saatlerine kadar kulaklarımdan içeri aldığım o şiddetli muzik, başımın içine yerleşti.
Uyurken de sunburn ile uyumuşum ve sadece uyumuşum, dinlenememişim.
Baş ağrısı dinmek üzere ve yerini sağanak zonk zonk lara bırakıyor.
Ben ıslanmaya gidiyorum, tipiye dönmeden..
Bazen çok kızarım
Bu sözleri söyleyemedim fakat ramak kalmıştı. Sinir oldum.
6 Ağustos 2005
kansız cografyam
Kızıllık serilirken ellerimin arasından yeryüzüne, yeryüzü kızıllığın ışıltısını alıkoyuyordu gözlerime. Ölüm kırmızı olmazdı bu coğrafyalarda, ölüm tek başına gelmeliydi kana çalmadan rengini. “Sen”lerden bir ölüm değil, bir zulüm değiyordu kanıma. Akamıyordu. Olmazdı bu coğrafyalarda…
Sen, zulmüne sadık kal.
Rengini kırmızıya çal.
Ve giderken ölümlerine,
Hikâyelerini de yanına al.
oheh
Mutluyum : )
Bir miktar “hayvanlık” ederek sistemdeki disk kapasitesini de 1 terabyte üstüne (1106 GB) çıkarmış bulunmaktayım.
Huzurluyum :)
mor-ar-dık
Yaşam kadar gerçek - yaşamak kadar sahte kumdan kalelerin vardı belki -
Çık.
4 Ağustos 2005
sus-adım sodaya
çaycı-var abi..
B-elmalı soda getirsene bi tane. kaç marka bu arada soda.
Ç-3 abi
B-oha 600 bin lira mı soda..
Ç-bakkalda 500 abi..
B-tamam işte ben de onu diyorum
Ç-ama bizimkisi hizmet abi, ayağınıza kadar getiryoz
B-doğru, haklısın.. Peki sodayı ayağıma getirmeye 100 bin lira alıyosun da çayı ayağıma getirmek için ne kadar alıyon.
Ç-Çay 200bin abi ondan almıyoz.
B-Döverim seni, git iki soda getir ama ayrı ayrı getir. yoksa birine 500 veririm.
Ç-tamam abi..
uyku-sus
Uykusuzluk da var.. Zor gün..
3 Ağustos 2005
alametifarika
Niyetim sadece kapağı açmak değil, içinde neler var o’lum kaç yıldır açmıyon bir bak hele gibi bir şey olsa gerek fakat o anki ruh halimi tam hatırlamıyorum ve uykusuzluğuma veriyorum.. Belki de çok önemli bir kâğıt ya da resim falan bulucan ve her şey bambaşka olacak tribinde değildim tabi ki. Neyse açalım artık dolabı. Açalım. Açıyorum. Açtım. İyice döktüm hepsini ve ardından “hassktr off şimdi bunları toparlaması var bir de” gibi bir karamsarlık sardı bünyeyi. O sardıkça ben yatağa yanaşıyordum. Sarıyor, yanaşıyorum, sarıyor, yanaşıyorum derken valide hanım odaya teşrif etti ve beni o trans halinden çıkarıverdi. Fakat odayı o halde görünce annem transa girdi bu sefer. Neyse ki şimdi iyi kendisi, sıhhati falan yerinde.
Bir de konuyu dağıtma huyum vardır benim, nerde kalmıştık. Büyük bir poşet çıktı böyle bir sarmalanmış ta malanmış cinsinden. Poşetin fazlaca sarmalamasından dolayı sarmal sinir yüklünen ben, onca boğuşmanın ardından karşımda ne gördüm; “Sega Mega Drive II ” ve aldım hemen tv ye bağlamak için fakat o da nesi konsolun adaptör girişi kırık, tamir edelim hemen alalım havyamızı, iki cız bız oheh tamamdır. Şrak karşımda ekran “Di ri li lü, li lü di ri lü” tarzı bi oyun “Galaxian” gibin bişey bu yahu. Kasette birkaç pestenkerani oyun daha mevcuttu fakat ben sıkıldım, eskiler göründüğü kadar güzel değilmiş yahu. Ellemeseydim o dolaba hiç, “Sega MD II” ben de daha farklı kalacaktı. Geçmişi daha fazla kurcalamamak ve geçmişsel değer kayıpları yaşamamak için, her şeyi dolaba geri tıktım. Dolabı valide hanıma havale ettim. Hayırlısı…
Sonuç kısmı olacak mı bu yazıda.. Hmm. Pekala;
Sonuç kısmı işin hep en boktan kısmı olmaktadır. Bir deyim ve/veya birine ait bir söz ile pekiştirelim olayı ki, millet kulagına küpe yapsın.. Bir de "Kulagında Küpe" si olanları unutmayalım diyerek. Onlarada bir yerlerden elma, armut atalım belki yerler..
2 Ağustos 2005
öğreti
Farkında olmamak ne kötü, doğduktan sonra çevremizi sarmış olan ve “öğreti” ile gelen o kadar çok şey var ki, sanki doğum izi gibi.
Akrabalarımı birçoğunu sevmem, sevdiklerim ise akrabam olduğu için değil, o kişi oldukları için bende sevilir. Sevmediklerim akrabam olmasa ve yine karşıma çıksa yine de sevmem. Akbabalar pardon akrabalar da insan, dışarıdaki insanlar gibi, sevme zorunluluğum yok onları. Doğurganlıkla ilgili bir bağ var diye sevmek zorunda değilim. Akrabalık bu noktada bir öğreti oluyor. Eğer bize en başından beri “Hemşehri” lik kavramı, akrabalık kavramı gibi öğretilseydi, aynı durum “hemşehri” lik kavramı için söz konusu olacaktı. Sadece kabul görmüş bir sistem bu akrabalık. Yaşlı insanlara saygılı davranırım, akrabam olması ya da olmaması bu durumu değiştirmez. Sevdiğim veya sevmediğim kişinin akrabam olması ya da olmaması hiçbir şeyi değiştirmez.
Akrabalık bu durumda sadece evlerine rahatça girip çıkılabilecek ve çat kapı rahatsız edilebilecek düzey insanları oluyor. Kuzenimi severim. Yılmaz olduğu için. Bir yabancı olarak tanışsaydım kendisiyle, yine severdim.
dip: Arkadaşımla geçen diyalog tan sonra bu konuyu yazma eğiliminde bulundum ve yazdım.
alt bilgi:
Estağfurullah=Teşekkür edilen veya övülen bir kimsenin söylediği bir incelik ve alçak gönüllülük sözü.
1 Ağustos 2005
bekleyiş...
mr. and mrs. smith
Kanımca, sevginin “sert” olarak sergilenmiş olması, filmi izlenesi yapan dürtüyü verdi. Belki de Jolie faktörü dürtünün ta kendisi olmuştur. - kendi adıma-. Film’e konu olarak bakıldığında pek etkileyici değil. Fakat sahne gereği olması gereken tüm etkilemeler tat vericiydi.
Jolie ve Pitt arasında ki izleyeni gülümsetecek diyaloglar iyi seçilmiş. Jolie tarafından hedefine gönderilemeyen bıçağın Pitt’ e konuk olması sonrası oluşan, karşılıklı mimik ve diyaloglar film boyunca mevcut ve komik. ( :) )
Evi darmadağın ettikten sonra ki sabah, kırık bardakta meyve suyu içtikleri sahne yoğun bir “aşk yeniden” kokuyordu. O an her şeyi bırakıp Pitt in elinden o bardağı alasım gelmedi değil. Fakat iki oyuncunun da tetikçi olması beni engelledi. (:p)
Filmin projesinde yer alması için ilk olarak Nicole Kidman düşünülmüştü. Fakat A. Jolie en doğru karar olmuş diyorum.
Sonuç olarak; Güzel bir Pazar gecesi geçirdim, keyif aldım. Filmden sonra yüzüm gülüyordu.. Hâlâ :)
31 Temmuz 2005
Düş....
“düşüyor muyum? düşünüyor muyum?” diye soruyordum…
“düşünerek mi düşüyordum.”
yoksa sadece
“düşlüyor muydum?”
30 Temmuz 2005
yumru yürek
yazmıştım
yarınlarımıza.
yüreğim
yanarken
yanıbaşında.
yalnızlık
yolladın,
yüreğinden
yüreğime
yaralandım
yalnızdım,
yapayalnız.
yalvarmıştı
yüreğim
yüzüne
yana
yana
yürüyorum.
yağmur
yağıyor
yere
yahut
yüreğime.
yutkunamıyorum
yumuluyorum
yeminli
yüreğimle
yatağıma.
yastığım
yalnızlığıma
yokluk
yüklüyor
yitirdiklerim
yaşamımı
yaralıyor.
yanardağın
yaşları
yayılıyor
yanaklarıma
yağmurla
yan
yana.
yabancı
yaşıyorum
yarınlarıma.
yoruluyorum
yaşamaktan.
yitiyorum,
yitiriliyorum
yaşamdan.
yastığımızda,
yaşlanmak,
yüreğimizle
yıllanmaktı
yegâne
yanılsamalarım.
yolumun
yoldaşı
yârim
yoksun
yanımda
yoksun
yanardöner.
yoksun
yavrum.
yokluk
yığılıyor
yaşlanan
yalın
yıllarıma
yoksa
yeniden
yapılabilir mi?
yahut
yanıltmaca mı?
yaşadıklarım
yok
yoksun
yüreğimde.
yüreğim
yalnızca
yarımay.
yârimin
yüreği
yaldızlı
yalan.
yokluğun
yetişiyor
yüreğime.
yüreğim
yalnızlık
yetisi.
yeter,
yüreğim.
yeter,
yârim.
yeter
yağmur
yüreklim
yallah
yüreğim.
yârim
yoksa
yanımda,
yallah.
yolcudur
yakuttan
yüzüğümüz;
yaban
yıldızlara…
29 Temmuz 2005
Söylence Sevda
silüetin
sardı
sancılarımı
sonbahardı
sarıldım
saçlarına
sıkıca
sarıldım
sıcağın
son
saatlerinde,
serin
suretin
soluklandırdı
saniyelerimi.
sustum.
sadece
sanrıydı.
sıkıca
sarıldım
sessiz
silüetime.
sensizlik
sarmaşığı
sarmalamış
suretimi
susuz
sabahlamışım
sabahın
son
saatleri
satmış,
sonra
sarsmış,
sevgimi.
sabrım
sökülüyor,
sensizken.
savaş
sarıyor
sürekli
sevdamı
serüvenin
sonuna
sadece
sonuç
sunuluyor;
“sensizlik”
“sessizlik”
sıkın
serime,
sıkın
silahı.
susturun,
susuz
sabahlarımı.
25 Temmuz 2005
noktalı virgül
Blogger oldugumdan bu yana, çok fazla yazı yazmışım. Herhalde bir süre yazmamak, bu aralar bana iyi gelecek diye düşünüyorum. Belirsiz bir süre belki sadece 1 gün ya da 1 hafta veya 1 ay. Belki de sabah uyanınca herşey daha güzel olacak ve hemen yazacağım. Sadece küçük tefek cümleler kurmak istiyorum bu aralar. Şebnem Hatun gibi "Artık kısa cümleler kuruyorum" moduna girdiğimi ve yazmaktan sıkıldığımı hissediyorum.. Bunaltıcı sıcakların dahi bir payı olabilir bu hâlimde..
hayırlısı..
akşamın biri
Bakkala girdim. Her markette bulunan sigaraların dizildiği o tezgâha bakarak, içtiğim sigarayı aradı gözlerim, tam “hadi ya!” diyecekken gördüm kendisini;
- Metin Abi, marlboro soft kısa versene. Bir de kibrit ama Malazlar kibriti olsun. Kav varsa istemem.
- Ya olum. Zaten sıcak.
- Tamam, abi kızma ya. Yak bir tane sende. Bak herkese uzatmam bu sigarayı, diğer cepte samsun var isteyenlere onu veriyorum. Hadi hadi, seviliyorsun bizde sen.
- Eyvallah Gözüm. Yakalım dumanlanalım.
- Abi sen dumanlan ben gidiyorum. Hadi eyvallah.
- Sağ ol Gözüm.
Nereye gideyim diye düşünürken, mahallenin arka kısmında kalan o yeşil alana gidip uzanmak geçti içimden. Herkesin dilinde Ziraat diye geçen o yeşil alan. Fakat ben Ziraat yazan hiçbir ibare bilmem ve görmedim bu zamana kadar orada.
İçimden geçeni yaptım ve gittim. Uzandım. Güneşin sadece ışık verdiği zamanlar, gökyüzü güzel, henüz kararmamış. Sigaramı yakıp, gökyüzünü seyre daldım. Sigaradan her çektiğim nefesle ve ağzımdan çıkan her dumanla gökyüzü biraz daha kararıyordu geceye doğru. Hiç ses yok etrafta, müzik yok, sadece asfalt yoldan geçen birkaç kişi görünüyordu. Yaklaşık 40 dakika kadar kaldım orada. Kalkıp üzerimi silkeledim. İyi etmişim buraya gelerek dedim, içimden değil sadece. Sanki büyük bir tatil yapmıştım. Kafamdan onca şey bir anda uçuvermişti. Eve doğru giderken gülüyordum kendime. Ne kadar yakınmış tatil aslında diyerek…
yıl olmuş kaç, sen hala ne?
bir alttaki yazı ile bu yazı arasında 15 seneden fazla zaman var. neredeyse 6000 gün. altıbin adet doğmalı batmalı gün. hepsi de adrese tesl...
-
Tatil e cıkacagım şurda 2 gün kaldı.. Ama gel gör ki işler giderek arttı. Sinir bi durum Stres oldum bugün.. Güzel olan tek şey; Mudanya ya ...
-
Parıltıları kaldı artık biriken sıkıntılarımın Organlarım teker teker dökülüyor, Kalbim o kadar sessiz ki bu duruma.. İçinden haykırıyor, du...